29 Şubat 2008 Cuma

Radikal-çevrimiçi / Ekonomi / Prof. Roubini ne diyor?

Radikal-çevrimiçi / Ekonomi / Prof. Roubini ne diyor?
Prof. Roubini'nin temel çıkış noktası, finansal sistemin işlevini yerine getiremez oluşudur. Öyle ya, eğer durgunluk konusunda hiçbir tereddüt yoksa, enerji ve emtia fiyatları neden tavan yapıyor? Petrol ve altın fiyatları neden rekorda? Bunun açıklaması, finansal sektörde kurumların yükümlülüklerinden uzaklaşmadır. Geçmişte de, böyle durumlarda altın fiyatlarının yükseldiğine tanık olmadık mı? Altın fiyatlarındaki yükselişin ve faiz indirimlerinin 'fayda etmemesinin' ardında, kredi piyasası ve finansal sistemdeki kriz önemli rol oynuyor.

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Nominalizm-sembolizm

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Nominalizm-sembolizm
Türkiye toplumu felsefede nominalizm, sanatta sembolizm 'mesleklerine' mensuptur. Bunların her ikisi de, gerçekte 'resmi' olma kararlılığının sonucudur.
Şu 'harekât' günlerinde iki tarafın verdiği genç insan kayıplarını bir yerime sindiremediğim için, kullandığımız yüksek teknoloji ürünü silahlara baktığımda veya ses 'efektleri'ni duyduğumda bundan herhangi bir zevk alamadığım için, olaylara baktıkça ben de böyle şeyler düşünerek oyalanıyorum.

Radikal-çevrimiçi / Politika / Medeniyet dediğin...

Radikal-çevrimiçi / Politika / Medeniyet dediğin...
Türkiye, Türkiye olalı, ilk defa oldu bu.
Medeniyet nihayet bu millete de öldürme hakkı tanıdı. Dünya Türklere dedi ki, "Vurun, haklısınız. Biraz da siz öldürün. Dünya artık biraz da sizin."
Memleketim sınıf atladı.

27 Şubat 2008 Çarşamba

MURAT BARDAKÇININ YAZISI

Murat Bardakçı
Bugünün Bülent Ersoy'u Türk basınının eseridir

27.02.2008 10:51
Türk basınının Bülent Ersoy’u eleştirmeye hakkı yoktur, sadece “Pişmanız” diyebilir, o kadar!

Bülent Ersoy “Başkalarının masabaşı savaşı için evlâdımı harcayamam. Normal şartlar altında bir savaş değil bu. Entrika var işin ucunda” dedi diye güzide basınımız hiddet içerisinde...

Ey, senelerden buyana Bülent Ersoy’u yere-göğe koyamayan yazarlar, magazinciler, televizyoncular, vesaireler! Hiddetlenmeye, kızmaya, sinirlenmeye hiç mi hiç hakkınız yoktur. Yoktur, zira onu yücelte yücelte bu noktaya getiren, ona bu sözleri etme, böylesine pervasızca ahkâm kesme cür’etini veren sadece sizlersiniz...

Sahneye ilk çıktığı günlerde klasik müziğin en baba eserlerinin canına okuyup Itrî’nin ve Dede’nin kemiklerini çatırdattığı sırada sayfaları çarşaf çarşaf dolduran“Böyle bir sanatçı belki asırda bir gelir!” gibisinden zevk ve estetik yoksunu takdirler sizlere aitti...

Biryerlerini kestirmesinden sonra kavanoza konan organlarının fotoğraflarını yayınlayıp okuyucunuza huşu içerisinde sizler sundunuz.

Hâkime hakaret edince içeriye attılar, bir müddet yattı, hapse giren sanki yakınınızmış gibi üzüntüden helâk oldunuz...

Tahliye edildi, sevindiniz. Derken bir meslekdaşınıza saldırdı, yeniden içeriye girdi, tekrar yıkıldınız. Çıkmasına kaç gün kaldığını belki o bile sizler kadar saymamıştı... Sanki saldıran, foto muhabirinin makinesini parçalayan o değildi, muhabiriniz ona saldırmıştı...

Kenan Evren “Gelenekleri de bozuyor, müziği de” diyerek sahneye çıkmasını yasakladı diye 12 Eylül’ün tutuklamalarından sürgünlerine ve bütün baskılarına kadar herşeyine alkış tutan sizlerin gözünde bir anda diktatör oluverdi...

Seneler geçti, her türlü sınırı yıktı, başınıza tâc ettiniz. Yarattığı her skandalda zarif bir haber unsuru vardı sizlere göre... Gündeme her şekilde ve her yolla girmeyi sayenizde başardı ve o gündemde senelerce kaldı...

Sahnede saz heyetinin refakatinde avaz avaz bağırıp attığı çığlıkları “musiki” diye bellettiniz, hattâ “Diva” ünvanını vermekten bile çekinmediniz. Gerçek ve ciddî müziğin bu en saygın unvanı bundan sonra artık yerlerde sürünmedydi ama ne gam!

Mânâsını belki kendisinin bile bilmediği eski kelimeleri sadece hava atma maksadıyla ardarda getirmesi, “selis bir Osmanlıca”, “Zarif bir İstanbul Türkçesi” idi sizlere göre...

“Şarkı yarışması” dedikleri panayır ortamlarında jüri üyesi oldu, genç yarışmacılara hakaret üstüne hakaret yağdırdı, biryerlerden işittiği teknik terimleri ardarda sıraladı ve “musiki otoritesi” pâyesi verdiniz...

Kalkıp evleneceği tuttu, mutluluk ve sadakat tabloları çizdiniz. Bu tuhaf çifti “İşte ideal Türk ailesi!” diye lanse etmediğiniz kaldı sadece...

Bütün bunları sizler yaptınız...

Ama, eseriniz elinizden kayıp gidiverdi... Bülent Ersoy, birkaç günden buyana Roj TV’nin himayesinde. “Başkalarının masabaşı savaşı için evlâdımı harcayamam” demesini âyet gibi tekar edip duruyorlar. Refakatindeki saz heyetinin baş kemancılığını
“Hiçbir siyasetçi Bülent Ersoy’un tavrını gösterme cesaretinde bulunamıyor” diyen DTP’liler yapıyor. Darbukayı ise Türk solunun en uçuk kalemleri almış ve eserinize ardarda medhiyeler düzmedeler: “Doğurmadan Cesaret Ana” gibisinden manşetler mi istersiniz, “saygıdeğer bir cesaret” cinsinden yıkama-yağlamalar mı, ne ararsanız var...

Yüceltmenin bu kadarı sizin bile hatırınıza gelmemişti değil mi...

Bülent Ersoy’un, onlarca ailenin yüreğine ateş düşerken gündem olabilmek maksadıyla bir panayır ortamında “halam amcam olabilirdi” misâli “Çocuğum olsaydı askere göndermezdim” meâlinde haddi aşan sözler etme cesaretini bulabilmesi, onu 30 küsur seneden buyana “star” gibi sunma basiretsizliğini gösteren sizlerin sayesindedir.

Dolayısıyla söylediklerine değil hiddetlenmeye, bu konuda en ufak bir yorum yapmaya bile artık hakkınız yoktur. Sadece nedamet getirebilirsiniz, o kadar...

Sözün kısası: Eserinizin bugün ulaştığı seviye ile ne kadar iftihar etseniz, azdır!

Artık hasta olmak yok! - HABERTÜRK - Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi- Google Araç Çubuğu kullanılarak gönderildi

Artık hasta olmak yok! - HABERTÜRK - Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi

   Türkiye'nin En Büyük İnternet Gazetesi

VideoBlogÜyelikKurumsalArama     27.02.2008 15:16   


Gündem Ekonomi Spor Dünya Medya Polemik Magazin Kültür-Sanat Yaşam Sağlık İslam Teknoloji

  ANA SAYFAYA DÖN » SAĞLIK Karakter boyutu :

 
Artık hasta olmak yok!
Ölene kadar sağlıklı ve mutlu yaşamak elinizde. Nasıl mı?

27.02.2008 09:29
"Biz ne düşünüyorsak O'yuz" diyor Dr. Drauzio Varella. Varella'ya göre ruh beden ikilisi tam bir koordinasyon içinde çalışıyor ve beynin verdiği komutları tüm hücrelere iletiyor. Hücre hafızanızı temizleyip, iyi ve güzel düşünceler yükleyerek hiç hasta olmadan yaşamak ise hayal değil. Yapmanız gereken tek şey "İyi olma sanatı"nı öğrenmek...

Dünya üzerindeki insanların çok azının iyi olma sanatını uyguladığının altını çizen Dr. Drauzio Varella "İnsan genetik şifrelerinden sıyrılmayı, kendi ve iyi olmayı öğrenebilirse, ölene kadar sağlıklı, huzurlu ve mutlu yaşayabilir" diyor. Varella'nın formülü aslında hepimizin bildiği ama günlük çark içinde fırsat bulup uygulayamadığı basit formüllerden ibaret. İşte her zaman neşeli, sağlıklı, iyilik ve mutluluk dolu bir yüreğe sahip olmak için Dr. Varella'nın önerdiği kurallar.

ÜLSER VE FITIK OLMAMAK İÇİN: DUYGULARINIZI ANLATIN


Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular gastrit, ülser, felfıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yola çar. Zamanla duyguların bastırılması kansere dönüşür. Öyleyse sırlarımımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız. Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel terapidir.

HASTANE KADERİNİZ OLMASIN OLDUĞUNUZDAN FARKLI YAŞAMAYIN

Gerçeği saklayan, rol yapan her zaman mutlu görüntüsü veren mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir. Ayağı kilden olan bronz bir heykeldir. Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü bir şey yoktur. Kaderleri ilaç, hastane ve acıdır.

KISKANÇ VE REKABETÇİ OLMAMAK İÇİN ELEŞTİRİLERİ KABULLENİN

Reddedicilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır. Kendimizle barışık olmak sağlık yaşamın anahtarıdır. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar. Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir. Çözümler bulun. Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler. Karanlığı kovmak için kibrit yakmalı. Arı ufacıktır fakat varolan en tatlı şeylerden birisini üretir. Biz ne düşünüyorsak oyuz. Olumsuz düşünce, hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.

SAĞLIĞA GÜÇ KATMAK İÇİN GÜVENİN

Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz, açık değildir, derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez gerçek arkadaşlıkları nasıl kurabileceğini bilemez. Güvensizlik içinizdeki inancın azlığıdır. Hayatı üzgün yaşamayın. Mizah. Kahkaha. Huzur. Mutluluk. Bunlar sağlığa güç verir ve daha uzun bir yaşam getirir. Mutlu kişi yaşadığı çevresinin geliştirir. İyi mizah bizi doktorun elinden korur. Mutululuk ve sağlık terapidir.

MİDE VE SİNİR HASTASI OLMAMAK İÇİN:

Kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. Kararsızlık sorunları, endişeleri ve çatışmaları çoğaltır. İnsanlık tarihi kararlardan oluşur. Karar vermek, diğerlerinin kazanması için vazgeçmeyi ve avantajları k a y b e t - m e y i kesinl i k l e bi l -mektir. Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunl a r ı n ı n kurbanıdırlar.

Bugün

 



SAĞLIK Haberleri
Evdeki gizli tehlike!
Kadınlar depresyonun pençesinde
Sıcak havalara aldanmayın!
Kellik tarih oluyor
Sigara ve alkol kısırlık nedeni
Hamile bakireler çoğalıyor
Sigara kısır yapıyor
5 yıldır sürekli hıçkırıyor
Elma tüketimi kanseri önlüyor
Artık hasta olmak yok!

Kategorideki tüm haberler... 

 En Çok Okunan Haberler




 


 En Çok Yorumlanan Haberler




 





 
Ana Sayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Sitene Ekle
 
Blog  | Video  | Haber Paketi  | Üyelik  | Kurumsal  
Gündem | Ekonomi | Spor | Dünya | Medya | Polemik | Magazin | Kültür-Sanat | Yaşam | Sağlık | İslam | Teknoloji
Alışveriş  |  Hava Durumu  | Faydalı Linkler  |  Para Durumu  |  Telefon Rehberi  | Oyun Siteleri

CNN TÜRK.com - Sağlık - "Elma kabuğu kansere dur diyor" - 27 Şubat, 2008

CNN TÜRK.com - Sağlık - "Elma kabuğu kansere dur diyor" - 27 Şubat, 2008

GAZETEVATAN.COM

GAZETEVATAN.COM>
İlahiyatçı doçentten şok açıklama
Doç. Dr. Şahin Filiz, türbanın İslamda yeri olmadığını ve dinden sapma niteliği taşıdığını savundu

Şevket ALTINAYAR/NAZİLLİ (Aydın), (DHA)

Org. Tağmaç, otomobil teklifini reddetti / Yazarlar / Milliyet Gazete

Org. Tağmaç, otomobil teklifini reddetti / Yazarlar / Milliyet Gazete
Org. Tağmaç, otomobil teklifini reddetti
Vehbi Koç, 1972 yılında emekli Org. Memduh Tağmaç'ı ziyaret edip ülkeye yaptığı katkılardan dolayı bir otomobil hediye etmek istedi Tağmaç, teklifi reddederken, "Otobüse, dolmuşa biniyorum, tanıyan olursa yer veriyor, tanıdık olmazsa itilip kakılıyorum" dedi

Taraf ve Bülent Ersoy / Yazarlar / Milliyet Gazete

Taraf ve Bülent Ersoy / Yazarlar / Milliyet Gazete

Bülent Ersoy militaristlere karışmış!
Zira Ebru Gündeş'in durumu savaş yanlısı söylemle kurtarmaya çalışırken bir laf kesişi varmış ki...
"Klişe bunlar hep!"
Olacak gibi değildi. Daha doğrusu değilmiş. İzlemedim, duydum sadece. Ve diyorum ki kendime:
Memleketin antimilitarist hareketinin de popstar yarışmasında başlayası varmış!
Dün sabah öğrendim ki Bülent Ersoy hakkında soruşturma başlatılmış. Pek tabii ki. Ama şimdi ne olacak?

26 Şubat 2008 Salı

Google ana sayfanızda "geçmiş ve gelecek" gadget'ına bakın

Arkadaşınız musas45@gmail.com, size aşağıdaki Google Gerecini gönderdi ve bu iletiyi ekledi:



Genç cilde C, olgun cilde A vitamini

Genç cilde C, olgun cilde A vitamini
Cilt yaşlanmasını durdurmak mümkün değil. Ama ‘antiaging’ kremleriyle bu süreci yavaşlatmak mümkün olabilir. Yaşlanma sürecinde, genç ve olgun ciltler için farklı ürünler kullanmak gerekiyor.

ARÇELİK'e genel müdür ol / Yazarlar / Milliyet Gazete

ARÇELİK'e genel müdür ol / Yazarlar / Milliyet Gazete
Vehbi Koç neler yaşadı - 2

1971-1972 YILLARINDAKİ VEHBİ KOÇ-TURGUT ÖZAL ARASINDAKİ MEKTUPLARİLK KEZ YAYIMLANIYOR:

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Türkiye laiklik anlayışını 'güncelliyor'

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Türkiye laiklik anlayışını 'güncelliyor'
Türkiye'nin türban tartışmalarında yaşadıkları, Avrupa çapındaki gelişmelere aykırı değil: Çoğu Avrupa ülkesinde, 'dinin dönüşü'yle birlikte laik devlet kriz yaşıyor. Aslında, laiklik dini kimlikle uzlaşabilir ve otoriter laikliği günün koşullarına uyarlamaya çalışan Türkiye bunu sergiliyor

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Engellilere 'milli seks' tavsiyeleri

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Engellilere 'milli seks' tavsiyeleri
Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu üyesinden engellilere cinsellikle ilgili öğütler: Fizyolojik ve psikolojik sağlığınız için gusül abdesti alın. Cinsel yaşamınızı milli kültüre uydurun

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Dini teknoloji

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Dini teknoloji
'Modernite' salt alet edevat yapmak değildir. Modernitenin kökeninde özgür düşünce yatar, orta çağdan çıkış yatar.
Sokakta başı açık kadın kovalayan, bir taraftan da Batı'nın teknolojisini taklit ederek modernite sıçraması yapmayı deneyen ülkelerin çok ciddi bir sorunu var: Ortaçağ zihniyetiyle çağdaş teknolojinin gücünü aynı elde toplamaktalar.
Patlayıcı bir bileşim olabilir bu!

24 Şubat 2008 Pazar

ÇALIŞMAYI ÖZLEMEK

ARTIK ÇALIŞMAK İSTİYORUM

Astsubay iken yaptığım işin piyasada ya da sivil çalışma yaşamında bir karşılığı yok. O yüzden başka işler düşünmek zorundayım. Bir mesleğimde yok herhangi bir kuruluşta çalışayım. Serbest bir iş düşünmek ve yapmak zorundayım. Orduda çalışırken sivillerle bir yakınlığım da olmamıştı yani hiç çevremde yok. Önce bir anımı anlatmalıyım; Cezaevinden çıktıktan sonra, Sivas ve Tokat gezilerini bitirip Ankara’ya döndükten sonra Cumhuriyet gazetesine gittim. İçerde (cezaevinde) yazılarını takip ettiğim onun içinde kendime yakı hissettiğim, umut(!) olarak baktığım Erbil TUŞARP’I ziyaret ettim. Allahtan benimle görüşmeyi kabul etti. Ne ben onu tanırım, ne de o beni. Hoş geldiniz deyip masasına oturttu ve çay söyledi. Derdimi anlattım: İçerden çıkalı bir hafta oldu, siyasi tutuklu olarak yargılandım. Erbil bey sordu; hangi davadan? TKP dedim. Ticaret Lisesi mezunuyum, Astsubay okulunu kazandığım yıl, İzmir Gazetecilik Yüksek Okulunu kazanmıştım. İşsizim bana yardımcı olabilir misiniz? Dedim. Telefonu kaldırdı gazetenin başka biriminden birilerini çağırdı. İki kişi geldi benden geçler. Erbil bey tanıştırdı. Bu gençlerde Harp okulundan kovulma teğmenler, dedi. Benim için de:“Musa arkadaş, sizin gibi devrim yapmaya kalkışmış, ancak sizin gibi becerememiş, beş yıldır içerdeymiş yeni çıkmış, iş arıyor, Ticaret lisesi mezunuymuş, muhasebesi varmış ne yapabilir siniz?”dedi. Geçlerden biri; Valla bizim bir muhasebe büromuz var dört kişiyiz bizi ancak geçindiriyor, beşinciyi zor kaldırır, ama isterseniz bir deneyin. Bu demektir ki; arkadaş başının çaresine bak. Bende öyle yaptım, gazeteden ayrıldım ve bir daha ne o binaya gittim ne de cumhuriyet gazetesi satın aldım.

Akşam eve geldiğinde eşime anlattım olanları, üzülme sakin ol panik yapma, nasıl olsa bir şeyler yaparsın diye bana moral verdi. Öyle ama keşke sözcüklerle gerçekler örtüşse. Gerçekler hiç de öyle değil yaşam acımasız. Benim idealize ettiğim düşünceler gerçekler karşısında bir anda yok oluverdiler. Tüm düşünceler, okuduğum tüm bilgiler pratikte bana yardımcı olmuyorlardı. Felsefe, mantık, sosyoloji, Devlet ve Devrim, Darvin, Markx, Engels. Lenin, Daha birçok başlıklar, neden bana yardım etmiyorlardı. Neden benim zor anımda yanımda olmuyorlardı. Neden? Ben mi onları anlamamıştım, yoksa öğretiler pratikte hayata farklı mı yansıyordu. İşte gerçek bu, yalnızdım. Devletle hesaplaşıp cezamı çekmiştim şimdilik. Geceleri de yatağıma yattığımda; Ütopyalarımla ve hayallerimle hesaplaşıp, gündüzleri gerçeklerle yüz yüze kalıyordum. Ben böylesine çabalarken bir ay geçti. Bir tanıdığım bülbül deresinde satılık bir bakkal dükkânı olduğunu söyledi. Beraber gittik baktık. Sahibiyle tanıştık, o da 12 Eylül mağdurlarından. Şimdi hatırlamadığım bir nedenden dolayı satmak istediğini söyledi. Günlük cirosundan bahsetti, geçindirir seni dedi.
Akşam eşime açtım konuyu, sen bilirsin dedi. Oturduk hesap kitap yaptık satın alacak parayı bulmak için. Ordudayken Hava kuvvetleri Kooperatifine(HAKİK) kesilen aidatlarımı ödemişlerdi, 400 lira. Onun dışında hiç paramız yok ve bu miktar yeterli değil. Eşimin ailesi, babası köylerinden bir tarla satmışlar, Kayınbiraderim Eyüp de verdi bir miktar. Parayı tamamladık. Gittim satış işlemlerini gerçekleştirdim.
Bülbül deresi olgunlar durağının iki bina atında artık bir iş yerim vardı: SARGIN GIDA PAZARI.

İlk iş olarak genel bir temizlik yaptım. Yeni tasarım oluşturdum. Köy bakkalı havasından kurtarmaya çalıştım. Bir tek vitrin buzdolabı vardı, yeterli değildi. Ancak şu anda yeni bir vitrin buzdolabı alacak durumda değildim. Günlük 80 ekmek satılıyordu, hafta sonlarında 100 buluyordu. Hitap şeklimle ve davranışlarımla yeni müşteriler oluşturmak zorundaydım. Ama bu o kadar bir olay değildi. Ben ordu da emir komuta ilişkisini özümsemiş biriydim, şimdi eğilip bükülmesini ve en önemlisi müşteriyi dinlemesini öğreniyordum. Daha da önemlisi sabretmeyi. Bunları bir çırpıda değil tabii ki yanlış yaparak ve süreç içinde öğreniyordum. Bir yıl içinde sinir ve mide hastası oldum. Mide rahatsızlığım ileri boyutlara ulaşınca doktora gitmek zorunda kaldım. O zamanlarda(1986) ağızdan mideye gönderilen aletle midenin içini görme teknolojisi yoktu. Beyaz renkli koyu bir sıvıyı içiriyorlar, ilaç midenin tamamını sarınca röntgeni çekiliyordu. Doktor röntgen çekme işlemine geçti fakat o ne ilaç fazla asitten midenin tamamına yayılmamış. Doktor işlemi gerçekleştirmedi, daha sonra az asitli bir zamanda gel dedi ve ekledi: Dünyanın sorunlarını sen mi çözüyorsun da bu kadar sinirlenip miden asitleşiyor. Bilmiyor ki ticaret yapmak ve insanlarla uğraşmak dünyanın en zor işi.
Sakin olduğum da midem normal ama sinirlendiğimde beş dakika içinde hemen şişiyor ve batmaya başlıyordu. Neyse yapacak bir şey yok, her şeyin bir bedeli var ve bununla yaşamasını öğrenecektim.
İkinci sene yeni bir vitrin buzdolabı ve yazar kaza aldım. İktidarda ANAP yönetimi vardı. Ülkede tam bir vahşi kapitalizm uygulanıyordu. Müthiş bir rekabet vardı piyasada. Parası olan indirimli ürün alıp rekabet koşullarını lehine çeviriyordu. Benim de tam karşımda büyük bir market vardı. Müşteriler soruyorlardı; karşı markette şu ürünün fiyatı şu kadar sende niye bu kadar? Nasıl anlatacaktım ben burayı borç para bularak geçinmek için açtım size ucuz ürün satmak için açmadım, diye.
Satış stratejimi değiştirmeye karar verdim. Temizlik ürünlerini kaldırdım, raf ömrü bir aydan fazla olan hiçbir ürünü almamaya karar verdim. Böylece nakit akışın hızlandırdım. İçki çeşitlerini çoğalttım. Peynir çeşitlerine ve soğuk et ürünlerine ağırlık verdim. Dükkânı kapatıp akşam eve gittiğimde Arnavut ciğeri yapıp satıyordum etraftaki esnaflara.
Sabah altıda açıp gece on ya da on bir de kapatıyordum. Cumartesi günleri on ikiyi buluyordu bazen. Pazar günleri de öğleden sonra açıyordum. Evi taşımıştım iş yerine yakın olsun diye. Tunalıhilmi caddesinin başlangıcın da oturuyorduk. Oğlumun okulunun kaydını da yüksel caddesindeki Mimar Kemal ilkokuluna yaptırmıştım. Oğlum ilk aylarda çok zorluk çekti okula uyum konusunda. Sinirinden ve hırsından dudakları patlamıştı. Gece kondu mahallesindeki bir ilkokuldan daha üst seviyedeki bir okulda öğrenim uyumsuzluğu yaşadı. Hâlbuki eski okulunda parmakla gösterilen çocuk sıradan birisi olunca hırs yaptı. İşte eğitim konusundaki rekabet. Yani hayatın her alanında rekabet var. Ben işe başlayınca eşimin ve oğlumun yaşamı değişti. Bir anlamda onlara sınıf atlattırdım.
1986 yazında beş yıl aradan sonra tatil yapacaktım. Dükkânı on günlüğüne kapattım. Eşim izin olayını çözdü ve Datça’ya gittik. Eşimin arkadaşı Ufuk hanımın annesi Sevgi Hanım Datça da oturuyordu. Konaklama ücreti vermeyecektik. Sadece tatil masrafımız olacaktı. Üstelik Ufuk hanımın kızı Almula da oğlumla aynı yaşta ve aynı okul dalardı.
Oğlumun sünnetini de yaptım bu yıl(1986), hastanede gerçekleşti olay, emin ellerde. Öyle sünnet düğünü falan olmadı kendi aramızda gerçekleştirdik.
Dükkânın bulunduğu binanın üçüncü katında oturan ve müşterim olan Mesut ağabey, evde sıkınca yanıma geliyordu sohbete. Mesut ağabey önceleri bir ilaç firmasında satış elemanı olarak çalışıyordu. Bir altmış boyunda hafif tombul, esprili biriydi. Dükkândan içeri girer girmez ne haber bakkal diye hitap ederdi bana. Anlayacağınız gibi samimi olmuştuk. Mesut ağabeyin ikinci evliliğiydi. Eşi kendinden kısa boylu. Bir kızları var. İlk evliliğinden de bir oğlu var, İstanbul da annesiyle yaşıyor, askere gitmek için bekliyordu. Mesut ağabeyin annesi ölüp yüklü bir miras bırakınca, çalışmayı da bıraktı. Su gibi para harcamaya başladı, önceden bir ürün alacağı zaman fiyatını sorardı, şimdi şu kadar verir misin diyor. Kayseri de ve Ankara da gayrimenkul kalmış. Onların kirasını alarak yaşıyorum diyordu bana. Ama ben bakkal olmanın avantajını yaşıyordum. Müşterim olan bayanlar bir yıldan sonra sorunlarını bile anlatıyorlardı. Dedim ya bu meslekte iyi bir dinleyici olmak, müşteri sürekliliğini yaratıyordu. İşte bu bayan müşterilerden biri anlatmaya başladı Mesut ağabeyle ilgili: Annesi Ankara genel evinde bir, evi varmış, Mesut ağabey her aybaşı gidip hâsılatı toplayıp geliyormuş. Yani aslında mesut ağabey bir işverendi. Neden ücretli bir işte çalışsın ki. O da öyle yaptı zaten işi bıraktı, artık kendi işini yapıyor. Daha sonraki günler de bunu bana anlatarak doğruladı.
1987 yazında da tatil için tekrar Datça’ya gittik. Ancak bu defa pansiyonda kaldık. Gündüzleri yine beraberdik plajda. Akşamları pansiyona gidiyorduk. Sabahları saat altı gibi kalkıp sahile giderdim balık almaya. Bir hafta her akşam balık yedik.

GAZETEVATAN.COM

GAZETEVATAN.COM
Her derde deva
Zayıflama ve selüloitleri yok etme özelliği bulunan beyaz lahana, aynı zamanda antioksidan özelliğine sahip olduğundan, bağırsak kanserini önleyici gücü var. Kan şekerini düşürme ve dengeleme özelliğinin yanı sıra, kan dolaşımını düzenler, hormonları dengeler. Enfeksiyonlara karşı vücuda direnç kazandırır. Kanser hastalarında kemoterapi ve radyoterapi sonrası takviye oluşturur.

Radikal-çevrimiçi / Yorum / 'Liberal aydınlar' teranesi

Radikal-çevrimiçi / Yorum / 'Liberal aydınlar' teranesi

Radikal-çevrimiçi / Politika / Cahil bir pazar

Radikal-çevrimiçi / Politika / Cahil bir pazar

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Dindarlığın yükselmesine neden şaşırıyoruz ki?

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Dindarlığın yükselmesine neden şaşırıyoruz ki?

20 Şubat 2008 Çarşamba

ÇEVİRİde DEVRİM VAR

Çeviride devrim var!

Çeviride devrim var!
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
Dokuz yaşında Rusça öğrendi, 15'inde Lenin'in eşi Nadya Krupskaya'nın hayatını çevirdi. Zeynep Ceren Pehlivan, Moldova anılarını, sosyalizme bakışını yüksek IQ süzgecinden anlattı

16/02/2008 (294 defa okundu)

AYŞEGÜL OĞUZ (Arşivi)
Belge Yayınları, geçtiğimiz günlerde Lenin'in yoldaşı, karısı Nadya Krupskaya'nın, gerçek adıyla Nadejda Konstantinovna'nın hayatını, 'Bir Devrim ve Bir Kadın' kitabıyla okuyucularına sundu. Nadya Krupskaya'nın özel sekreteri, Vera Dridzo tarafından yazılan bu hatıratın, otobiyografik eserin ilgiye mazhar olan bir başka yanı daha vardı: Çevirmeni Zeynep Ceren Pehlivan. 15 yaşında kendisi! Dokuz yaşında öğretmen annesinin görevi gereği başlayan Moldova macerası, dilini bilmediği memleketin okullarında devam edince, üç yılın sonunda Rusça sökmek ne kelime, su gibi Rusça konuşur olmuş.
Türkiye dönüşü Sakarya Valisi'nin ağırladığı Rus heyetlere de gayriresmi tercümanlık yapan Ceren, gizli kahraman 'Anna teyze'nin armağan ettiği Nadya Krupskaya kitabını, binbaşı hekim babası Mehmet Ali Pehlivan'ın da desteğini alarak çevirmeye koyulmuş. TEV İnanç Türkeş Üstün Zekâlılar okulunun yatılı öğrencisi Ceren'le buluşmak üzere Gebze'ye, Muallim Köy'e uzandık, sırtımızı denize verip muhabbete daldık. Moldova'nın izleri, Krupskaya'nın devrimci karakteri ve Zeynep Ceren Pehlivan'ın heyecanlı telaşıyla birleşince uzun bir muhabbete giriştik.
Dokuz yaşında annenle beraber Moldova'ya gitmen nasıl oldu?
Babam askeri doktor. Çorum'da yaşıyorduk. 2001'de Sakarya'ya tayinimiz çıktı, taşınırken haber aldık ki annemin Moldova'ya görevi çıkmış. Moldova'nın nerede olduğunu bile bilmiyoruz. "Bir sonraki haftanın pazartesi günü orada olmak zorundasınız" dediler. Abimle babamı Sakarya'da bırakarak yola çıktık. İlk kez yurtdışına çıkıyorum. Gökdelenler göreceğimi, köpeğimiz, villamızın bahçesinde havuzumuz olacağını düşlüyordum. Hiçbiri olmadı. Annem kimya öğretmeni ve orada bir lisede çalışacaktı. Beni o köydeki Rus devlet okuluna gönderdi. Aslında okula gitmeden evvel Rusça'yı daha iyi öğreneyim diye kreşe gittim. Dört yaşındaki çocuklarla aynı kreşteyim! Kreşten ayrılıp okula gittiğimde orada karşılaştığım insanlar, yıllardır o okulda okuyormuşum gibi davrandılar. İlk dört ay ismim bile sorulmadı. Arka sırada oturuyorum, kimse bir şey sormuyor. 'Türk'üm, yabancıyım' diyorum, kimse aldırış etmiyor. Ruslar çok sert mizaçlı! Eğitim sistemleri çok sert. Doğruyu değil, yanlışı gören bir eğitim sistemleri var. 99 bile alsanız, neden 100 değil diye sizinle didişirler. Öyle olunca da çok bunaldım. Çünkü hiçbir şeyim takdir edilmiyor, ne kadar çabalasam da yaranamıyordum. İkinci yıldan sonraysa okulun en başarılı öğrencisiydim, çok çalışıyordum. Bir Türk kızı olarak Moldova'daki bir okula resmimi de astırdım. İftihar öğrencisiydim artık!
Nadejda Konstantinovna'nın hayatını Rusça'dan çevirdin. O kitabı sana armağan eden Anna Petrovna Kalak kim?
Moldova'da yanında kaldığımız Bulgar asıllı, 75 yaşındaki Anna teyze. Onunla tanışma hikâyemiz çok güzel: Biz Moldova'ya giderken elçilik görevlileri "Orada her şeyiniz hazır, bavulunuzu alın gidin" dedi. Biz Kişinev'e, Moldova'nın başkentine gittik. Dediler ki, "Buradan 120 km. uzaklıktaki köye gideceksiniz." Çok soğuk, ayaz var, her yer karla kaplı, karnım açıkmış, uykum gelmiş ve hiçbir şey hazır değil, ev bulmamız gerekiyor. Annemin çalışacağı okulun tam karşısındaki binanın önünde beyaz gecelikli bir kadın arabanın kapısını açtı, "Çabuk gelin, ısının" dedi. Sobanın kenarında oturduk, yemek yedik, beyaz çarşaflı bir odaya aldı bizi. Üç gün onun yanında kalmaya karar verdik, sonradan üç yıl oldu! Anna'nın eşi kolhoz birliklerinin başındaymış. Anna şunu anlatırdı: "Bu devrim çok kanlı oldu ve biz çok özlüyoruz, tekrar gelse." İnsanlar düşünmeyi unutmuşlar. Birileri onların yerine hep düşünmüş. Komünizm bu. Sadece çalışın, eşit olun. Moldova'da bütün evler yeşile boyalı, evlerdeki duvar saatleri aynı... Moldova fakir bir ülke. Sıcak su yok, banyo yok, tuvalet yok. Evimizin mutfağı bile dışarıdaydı. Türkiye'de insanlar şikâyet ediyor ama bu da bir şey mi! O yoksulluğu görmek beni çok olgunlaştırdı. Burada sorun olarak görülen olguları öyle görmüyorum.
Nadya Krupskaya'nın kişiliği karşısında ne hissettin?
Mütevazılığı çok etkileyici. Yaptıkları için hiçbir zaman mükafat istemiyor. Çok büyük bir erdem. Çoğu zaman çok hırslı olduğumu söylerim. Olacaksa en iyisi olacak, mutlaka bir ödül alacağım. Krupskaya'yı düşündüğüm zaman, ödül almadan da alınabiliyormuş. İç huzur, iç tatmin çok önemli. İnsan bunu fark ediyor. Bu kitabı okuduktan sonra daha mütevazı, ağır, vakur olabileceğimi gördüm.
1917 Ekim Devrimi öncesinde Krupskaya'yla Lenin büyük aşk yaşayıp evleniyorlar. Bütün o kültüre bakıyorsun, büyük Sovyet rejiminin yarattığı kültürün mimarı kadının hayatını çeviriyorsun. 2000'lerde Türkiyeli bir genç kız olarak, dokuz yaşındayken gittiğin Moldova'da da bir tecrübe yaşıyorsun. Sosyalizm fikri sana ne söylüyor?
Tarihe baktığınız zaman Aristo'dan tutun da, zamanın bilginlerine kadar herkes mükemmel devletin çizimini yapmaya çalışmış. Mükemmel bir devlet nasıl kurulur? Birçok sistem kurulmuş, yıkılmış, insanlar üzerinde deneyler yapılmış, gerçek deneyler. İnsanlar sürekli daha iyisini aramaya çalışmışlar. Krupskaya bir mitingde şöyle der: "Biz ekmek yiyoruz da, neden ekmekle peynir yemeyelim?" Bu düşünce yapısı insanları değişik sistemlere aktarmış. Mükemmel devleti aramadaki çalışmalar çok yıpratıcı, çok kanlı olabiliyor.
Lenin senin için nasıl bir figür?
Siyasi özelliklerinden çok, kibar bir beyefendi. Tıpkı Atatürk gibi. Giyimine kuşamına dikkat ediyor. Bütün insanları eşit görüyor. Edebiyata, sanata, müziğe olan ilgisi de çok güzel.
Kitaba yazdığın sunuda Krupskaya'nın hayatının seni nasıl hüzünlendirdiğini, duygulandırdığını ama diğer yandan mukayese ettiğini de yazmışsın. Nasıl bir mukayese bu?
Krupskaya ilk kez işçilerin arasında konuşma hakkını elde ettiğinde büyük bir başarı kazandığını hissediyor ve çok duygulanıyor, ağlıyor. Okulda diplomamı alırken, iftihar öğrencisi olmak beni çok duygulandırmıştı. Krupskaya okuduğu kitapları anlatıyor. Nekrasov'un şiirlerini seviyor. Onun okuduğu şairlerin hepsini okudum. Sonra pek çok Tolstoy kitabı okudum. Önsözde de dediğim gibi gerçekten şikâyet etme hakkımızı sömürüyoruz. Gereğinden fazla şikâyet ediyoruz. İnsanlar doğar, dünyayı kurtarmak, lider olmak ister, sonra hayalleri yavaş yavaş söner, sonra da emekli biri olarak ölür. İnsan hayatı budur. Krupskaya'nın hayatını okurken, dünyayı kurtaracağım deme dönemimdi belki de. Ben de dedim, lider olayım, insanları bir araya toplayayım... Ama şunu gördüm: Bazı şeylere kanaat etmeliyiz. Her zaman bardağın boş tarafını görmemeliyiz. Belki bu kitap bana onu da kazandırdı. Belki de çok mükemmeliyetçi olmak insanları yanlışa götürebilir. İki aydır türbanı konuşuyoruz. Türkiye'de maddi koşullardan dolayı okula gidemeyenlerin sayısı yüzde 30, fakat türbandan dolayı okula gidemeyenlerin sayısı yüzde 1. Bunun sonu yok. Görüyorum ki, bazı şeyleri harcıyoruz, insanlar kendine dönmeli. Henüz 15 yaşında bir insanım, okuyorum, takip ediyorum ve her genç de birazcık kafada karşılaştırmalar yapmalı, hiç olmazsa araştırmalı. İnsanlar komünizmi kabul etmişler, herkes aynı olacak, eşit olacak. Peki oldu mu? Hayır. Hâlâ darmadağınıklar. Şu anda Moldova'nın nüfusu 1 milyon, bir tane bile fabrika yok. Bunun suçlusu kim?
Moldova'da gördüğün yoksulluğa dair en unutamayacağın an ne?
Annemin çalıştığı lisenin gece bekçisi vardı. Çok soğuk bir kış gecesi, belki de eksi 30'du. Anna teyze de kalp rahatsızlığı geçirdiği için başkente gitmişti. Biz annemle evdeydik. Annem o gece mantı yaptı, sıcak sobanın başındayız. Annem bir mantı tabağı hazırladı ve bekçiye götürmemi istedi. Kapıyı çaldım. O kadar kötü bir yerdi ki, kendimi o an kurtarıcı gibi gördüm.
Krupskaya'yla bir benzerliğiniz var: İkinizin babası da asker...
Abim de harp okulu öğrencisi. Evimizde geniş bir güvenlik çemberi var. Bizim evde siyaset konuşulmaz. Babam yorum yapar ama herkesin yaptığı gibi, yani bir vatandaş olarak. Bu kitap Lenin'le ilgili, sosyalist bir kitap. Türklerin sosyalizme nasıl baktığını biliyoruz. Babam asker, birçok insan bu kitabı çevirdiğim için yadırgadı, baban mı bastıracak diye de korkuları vardı. Babam da kimsenin karışamayacağını söyledi ve kitabı bastırdı.
Moldova'daki arkadaşlarınla hâlâ görüşüyor musunuz?
Ben dönerken arkamdan ağlayan arkadaşlarım olmuştu. Geçen yıl, üç yılın ardından tekrar gittim. Birçok değişim olmuş ama köyümüz aynıydı. Arkadaşlarımı gördüm, kocaman olmuşlar. Çok değişik bir duygu, beraber üçüncü, dördüncü sınıfı okuduğum arkadaşlarım şimdi lisede. Hepsi çok süslü. Çok güzel anlar yaşadık. Anna da İstanbul'a geldi bir kere. Sakarya'daki evimizde misafir ettik.
Okulda hayat nasıl geçiyor?
Çok yoğun. Gecenin genç saatlerine kadar ayaktayız. 200 kişiyiz. Aslında üstün zekâlı olmaya inanmıyorum. Belli bir IQ'nun üzerindeki insanlar buraya geliyor. Ama çalışkan olmazsa insan, ondan da ziyade çalışmayı sevmezse bu zekâ hiçbir işe yaramaz. Herkes üstün. Kime, neye göre? Aslında bu soruyu da sormak gerekiyor. Çalışmayı, okumayı seviyorum. Türkiye'de okuma oranı çok düşük! Okuyanlar gerçekten elit insanlar.
Ne olmak istiyorsun?
İnsanlar yetiştirmek için akademisyen olmak istiyorum. Babam doktor olmamı istiyor. Birkaç yıl içinde o alana yönelirsem, tıp alanında akademik çalışmalar yapmak isteyebilirim.