12 Eylül 2008 Cuma






Prof. Dr. Baskın Oran
12 Eylül’le
hesaplaşamadık. 12 Eylül’de yapılan darbe Türkiye’yi içten içe
zehirlemeye devam ediyor. Hesaplaşmanın da ötesinde insanlara
hatırlatmak, göstermek gerekiyor 12 Eylül’ü...

Bu
konuda şu anda çok önemli bir teşebbüs var; Diyarbakır Askeri Cezaevi
Gerçeği ile Yüzleşme ve Adalet Komisyonu... Bu komisyon Diyarbakır
Cezaevi’nde işkenceden geçirilen kişilerle video kaydı yaparak
görüşmeler gerçekleştirdi. Bu zehre neşter atacak ilk çalışmadır.

İNTİKAM ALMA EYLEMİ DEĞİL
Bu
bir intikam alma eylemi değil toplumsal vicdan oluşturma eylemi.
Kanıtlarıyla, doktor raporlarıyla, videolarıyla. Ben devletim diyen bir
devletin yapması gereken şeyler bunlar. Ama devletimiz bunları
yapmıyor.

YENİ KUŞAK BİLMİYOR
Hesaplaşmadan önce
neler yapıldığını göstermek lazım. Bugün 20’li yaşlarındaki gençlere
sorun “12 Eylül’de neler oldu” diye; bir tanesi birtek şey biliyorsa
damarlarımı keserim. Önce onlara ne olduğunu göstermek lazım.
Kanıtlarıyla göstermek lazım. Önce toplumsal hafızanın oluşması
gerekiyor. Toplumsal vicdanı etkilemek gerekiyor...

Darbenin sonuçları

DİBE İNİNCE AYAKLARINI VUR YUKARI ÇIKARSIN
Günümüzde
Ergenekon’a kadar birçok olay 12 Eylül’ün uzantısı. Bu kirlenme,
zehirlenme hesaplaşmaya götürecek bizi. Bana küçükken bir hikaye
okutmuşlardı. Küçük bir çocuk bostan kuyusuna düşüyor. Tam düşerken
babasının ona söylediği şey aklına geliyor: “Kızım sakın bu kuyuya
yaklaşma. Ama eğer düşecek olursan hiç çabalamadan dibe kadar git. Dibe
inince ayaklarını vur, yukarı çakarsın.” Yani dibe vurmadan çözülmüyor
bu işler maalesef. Susurluk, Yüksekova, Şemdinli, Ergenekon dörtlü
çizgisi... Bunlardır 12 Eylül’ü sorgulamaya götürecek olan. Dibe vurduk
çünkü...

12 EYLÜL KURUMLARIYLA HÂLÂ ÇOK GÜÇLÜ
Mithat Sancar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

12
Eylül’le yüzleşilemediğini değil de hesaplaşılamadığını söyleyebiliriz.
Yani darbe sonuçları hep gözümüzün önünde duruyor. Bu açıdan dar
anlamda bir yüzleşememe sorunu yok. 12 Eylül bizimle hep yüzleşiyor
zaten. Ama 12 Eylül’ün sonuçlarıyla ve etkileriyle sistemli bir şekilde
hesaplaşılamadığını çok rahat söyleyebiliriz. Darbenin yarattığı
yapıları, ürettiği kültürü, yerleştirdiği pratikleri etkisiz kılacak ya
da ortadan kaldıracak siyasal, hukuksal ve kültürel oluşumlar,
hareketler bugüne kadar çok yetersiz kalmıştır. 12 Eylül kurumlarıyla,
hukuk anlayışıyla hâlâ çok güçlü.




HESAPLAŞAMAMA TOPARLANMAYI ENGELLEDİ
12
Eylül’den canı en çok yanan ‘sol’un darbenin hesabını görememesinin çok
çeşitli nedenleri var. Bunların başında yediği darbenin altından
kalkamaması geliyor. O toparlanmayı yapamadı. Toparlanma bir yandan 12
Eylül’ün hesabını görmekle de ilgili bir şey; yani bu ikisi birbirine
çok bağlı. Güçsüzlük hesaplaşmayı engelledi, hesaplaşamama da
toparlanmayı engelledi.

ANAYASANIN DEĞİŞMESİYLE BU İZ SİLİNMEZ
12
Eylül’ün izi sadece Anayasa’nın değişmesiyle silinmez. Bu siyasal yapı
ve siyasal kültürle alakalı bir durum. Hukuk toplumsal hayatı
düzenlemek için elbette çok önemli bir faktör ama tek başına toplumsal
gerçekliği dönüştürecek bir güce sahip değil. Yani sadece anayasayı
değiştirmekle 12 Eylül’ün yarattığı yapıları ve yerleştirdirdiği
zihniyeti yok edemezsiniz. Siyasal, kültürel, hukuksal ve ekonomi
politikaları ile 12 Eylül’le kapsamlı bir hesaplaşma yapılmalı.

SİSTEM İKTİDARLARI RAHATLARAN BİR SİSTEM
Türkiye’de
özellikle sağ partilerin hiçbiri -AKP de buna dahil- 12 Eylül’ün
yarattığı siyasal vesayet ve siyasal kısıtlılık ortamını genişletmek
konusunda hiçbir zaman samimi ve cesur olmadılar. Aslında çok basit bir
mantık. 12 Eylül’ün yarattığı anayasa, kurduğu siyasal sistem yürütme
organının gücünü çok artıran bir sistem. Bu bakımdan iktidara gelenleri
rahatlatan ve önünü temizleyen bir sistem. Kim çoğunluğa sahipse bunun
nimetlerinden öncelikli olarak yararlanıyor. AKP de bundan çok farklı
bir tavır takınmadı.

HÜKÜMETLERE BIRAKILMAYACAK KADAR ÖNEMLİ
12
Eylül’ün etkilerini tasfiye etmiş değil bu ülke. Bu çok önemli bir
mesele, hükümetlere bırakılmayacak kadar önemli bir mesele. Bunu
hükümetlerden beklerseniz sonuç almak mümkün olmaz. Çok yaygın
toplumsal bir hareket, kamusal bir bilinç gerekiyor. Dolayısıyla
yürüyüşler, vicdan mahkemesi gibi sivil hareketlerin önemli olduğunu
düşünüyorum.

DARBELERE KARŞI TAVIR ALAN BİR GÜÇ OLUŞTU
Gelecek
yıllar için şöyle bir umut görülebilir. Son iki yılda ordunun
muhtıraları ve siyasal vesayeti sıkılaştırma ve artırma girişimleri
geniş çevrelerden tepki gördü. AKP de kendi varlığına tehdit gördüğü
için bunlara tavır aldı. Ayrıca 20 yıl öncenin toplumu ile bugünün
toplumu aynı değil. Tamam çok derli toplu, birikim sahibi bir toplumdan
söz etmek yine zor ama darbelere karşı çok daha duyarlı, çok daha
karşıdan tavır alan bir güç oluştu. 27 Nisan Muhtrası’ndan sonra bu
tepkiler belirgin olarak ortaya çıktı. Bu tepkiler sonrasında AKP’nin
de tavır alması önemliydi.

TEPKİLER HESAPLAŞMAYA DÖNÜŞMELİ
Baktığımız
zaman darbe planı yaptığı iddiasıyla emekli kuvvet komutanları göz
altına alındı, tutuklandı ve yargılanıyor. Bütün bunlar Türkiye için
umut elbette ancak bunun daha sistemli ve yaygın hala gelmesi
gerekiyor. Türkiye’de darbelere karşı oluşan bilincin ve uyanışın 12
Eylül’le hesaplaşmaya dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama henüz
bu kapsamda birşey yok. Çünkü darbelere karşı gösterilen bu tavrın 12
Eylül’le hesaplaşma yönüne evrildiğini şu an için söylemek zor.

DARBELERE KARŞI OLMAK HESAPLAŞMAYI GEREKTİRİR
Sadece
mevcut bir darbe tehditi ile mücadele etmeyi hedef seçen ve bununla
ilgili bir ufuk çizen herhangi bir hareketin samimi ve güçlü bir
şekilde darbelere karşı çıkması çok zor. Eğer darbelere, askeri
vesayete, cuntacılağa karşı olmak konusunda samimi olmak isteniyorsa
iktidardaki güçler 12 Eylül’le hesaplaşmak zorunda kalacaktır.

ŞİLİ ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
Yunanistan,
Arjantin, Şili gibi darbe görmüş ülkelerin deneyimleri bizlere örnek
oluşturabilir, ilham verebilir. Özellikle Şili, üzerinde durulması
gereken önemli bir örnek. Çünkü orada darbenin sonuçlarıyla ve
zihniyetiyle hesaplaşma konusunda çok zorlu uzun süren bir süreç
yaşandı. Bugün geldikleri nokta iyi sayılır. Türkiye’de bunu tahayyül
etmek bile zor. Şili’de darbe 1973’ de yapıldı. Orada yargısız
infazlara katılmış üst düzey subaylar bugün bile sorgulanıyor,
yargılanıyor, cezalarını çekiyorlar. Bunun peşini bırakmayan bir sivil
hareket var. Elbette kolay olmadı. Bu yüzden umutsuzuluğa kapılmamak
için ders olabilir. Uzun süren sabırlı bir mücadeden sonuç alınmasının
mümkün olduğunu gösteren bir örnektir Şili.

DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY YOK
Ertuğrul Mavioğlu, Radikal Gazetesi Haber Koordinatörü
12
Eylül’le yüzleşme, anayasasından kurumlarına kadar hepsiyle
hesaplaşmayı gerektirir. Sadece bununla da kalmıyor. Türkiye’ye 12
Eylül döneminde gelmiş olan kurumlar, mahkemeler, yargılama biçimleri,
cezaevlerindeki insanlara yapılan muameleler, insanların cezaevlerine
atılma sebepleri 12 Eylül’den bugüne değişmiş değil. Bunları çoğaltmak
da mümkün.

Darbe ile gerçekleştirilen baskı ve zulüm sonucunda
ortaya çıkan genel yılgınlaşma ve depolitizasyon hâlâ toplumda
bulunmakta. Bu sebeple yüzleşme 12 Eylül anayasasını değiştirme,
yasalarla oluşturulan kurumsallaşmış karakteri ortdan kaldırma ve bu
toplumu yeniden kendi talepleri için söz söyleyebilir hale getirmekten
geçiyor.

12 Eylül toplumun bütün muhalif kesimlerini ezdi. Bunu
yalan ve demogojilerle yaptı. Anarşiyi, terörü ortadan kaldırmayı öne
sürerek yaptı. Sermaye kesiminin istediği biçimde, toplumdaki bütün
örgütlenme imkanlarının önünü tıkayarak yaptı. Bu süreç hâlâ aynı
şekilde varlığını devam ettiriyor toplumda.

15. MADDE HEP DİMDİK AYAKTA
12
Eylül’le hesaplaşılmasını, idamların, işkencelerin sorumlularının
yargılanmamasını, anayasanın geçici 15. maddesiyle sınırlı olarak
görmüyorum. 15. madde 12 Eylül döneminde mağdur olmuş, daha sonra
iktidara gelmiş Demirel, Ecevit gibi isimler tarafından bile
kaldırılmadı. 15. madde dimdik ayakta kaldı. Bu şu anlama geliyor, 12
Eylül’le hesaplaşmanın artık yukarıdan gelecek bir müdahale ile
olmayacağı anlamına geliyor. Mevcut sistem partilerinin bunu ortadan
kaldırmak için herhangi bir adım atmayacağını çok net gördük. Bu
iradenin darbeden mağdur olmuş sol kesimden gelmesi gerekiyor. Başka
bir irade göremiyorum.

BU KARAMASAR TABLO SONSUZA KADAR SÜRMEZ
Ben
açıkcası bu karamsarlık tablosunun sonsuza kadar sürmeyeceğini
düşünüyorum. Yani bir ülkede bu kadar çok gelir sıkıntısı varsa, bu
kadar yalan varsa bunun tam tersi sonuçların doğacağını da hesap etmek
gerekir.

SADECE 301’İN KALKMASIYLA ÖZGÜRLÜKLER SAĞLANMAZ
Türkiye’de
özgürlükler sadece 301. maddenin kalkmasıyla gerçekleşemez. Bugün F
tipi cezaevlerinde, bir eyleme bulaşmamış yüzlerce insanın durumu nasıl
açıklanabilir? İnsanlar 301. maddeden yargılanmadılar ama Terörle
Mücadele Yasası var ve bu yasa her türlü örgüt üyesi olmayı suç olarak
değerlendiriyor ve hapse atıyor. 10-12 sene gencecik insanların ömrü
burada geçiyor ve bu toplumda da buna karşı tepki gösterilmiyor.

TÜRKİYE’DE KURALSIZLIK İNANILMAZ
Bu
toplumda adaletsizliği ve sıkıntıları yaratanlar nasıl yönetileceğimiz
konusunda da karar veriyorlar. Türkiye’deki kuralsızlık inanılmaz
biçimde. Bu ülkede açlıktan ölen insanlar da var, öğlen yemeğini başka
ülkelerde yiyenler de. Bu kadar haksızlığın olduğu bir ülkede
yaşıyoruz. Ve bir ülkede bu kadar adaletsizlik varsa, çok da kurallı
bir yönetme biçimi bekleyemezsiniz.

YILAN VARLIĞINI DEVAM ETTİRİYOR
Susurluk’la,
Ergenekon’la ilgili davalar açıldı ama bu insanlar ancak tasfiye
olduklarında yargılanıyorlar. Yılan varlığını devam ettiriyor ve sadece
kabuk değiştiriyor. Kontragerillaların, faili meçhul cinayetleri
işleyen şebekelerin, çetelerin varlığı hâlâ devam ediyor.

CEVAP TOPLUMSAL İRADEDE YATIYOR
Arjantin,
Şili gibi ülkelerle toplumsal bir irade oluşmuş. Bu irade için hem çaba
sarf etmek hem de sabırlı olmak gerekiyor. Biraz rüzgarın akış yönünün
değişmesi gerekiyor. O ülkelerdeki cuntacılar yargılanıyor ama
Türkiye’de gerçekleşmiyor sorusunun cevabı toplumsal iradede yatıyor.
Türkiye’de bu irade henüz oluşmuş değil.

Hiç yorum yok: