GEÇMİŞE ÖFKEYLE YA DA GELECEĞE KORKUYLA BAKMAK YERİNE, ÇEVRENİZDE OLANLARA HER ŞEYİN FARKINDA OLARAK BAKIN.
3 Aralık 2009 Perşembe
2 Aralık 2009 Çarşamba
Sinemanın hayal kurmak olduğunu öğreten adam
Beyoğlu Sineması dün, yönetmen Ahmet Uluçay'ın vedasına şahitlik etti. Uluçay bugün memleketi Kütahya'nın Tavşanlı ilçesinde toprağa verilecek.Ömrü hayatına 5-6 kısa film ve sadece bir tane uzun metraj yapım sığdırabilmiş bir yönetmeni anma törenine, Türkiye sinemasına emek veren yönetmen, senarist, yapımcı, oyuncu ve sinema yazarlarının yanı sıra bir salon dolusu seveninin katılmasının ardında yatan nedir?Tören sırasında, mikrofonu alan konuşmacıların, sanki on yıllar boyunca onunla çalışmışlar gibi uzun uzun hatıralarını coşkuyla anlatmalarının ardındaki sır nedir? Oysa Uluçay ile ilgili hatıralarını anlatanların hepsi, onunla ancak çok kısa dönemlerde birlikte çalışma fırsatı bulmuş insanlar. Ama belli ki Uluçay'ın dünyasından o kadar etkilenmişler ki hayatlarında derin izler bırakmış.Bunun birçok nedeni olabilir. 40'lı yaşlarının başına kadar kamyon şoförlüğü, inşaat işçiliği, çiftçilik dahil birçok iş yapan birisinin bu yaştan sonra sinema yapmaya başlaması olabilir. Ya da dün söz alan bazı konuşmacıların belirttiği gibi Uluçay'ın Yunus Emre'nin, Aşık Veysel'in köklerinden beslenen ama anlatacağını sinema ile anlatan bir "Anadolu insanı" olması da olabilir.Samimi bir aşkOnun bütün evreni, hayatındaki her anı sinema perdesinde akıyormuşçasına takip etmesinde ve sinemaya olan aşkındaki samimilik belki de insanları bu kadar derinden etkiledi.Tek uzun metrajlı filmi "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" ile İstanbul Film Festivali'nden en iyi film ödülünü kazandığında, "Bu ödülü karım için alıyorum. Çünkü asıl yönetmen o. Benim sinema hayalim onu büyük yoksulluklara itti. Ama o hep yanımda durdu" dayanışma duygusu mudur Ahmet Uluçay'ı bu kadar kısa sürede insanlar için önemli bir isim haline getiren. Hiç kuşku yok ki hepsi birden.Ama çok daha önemli iki neden daha var bence.Hiç kuşku yok ki sinema "ticari bir sanat" dalı. Hatta çoğu zaman "ticari bir iş". İçinde bulunduğumuz çağda bu durum, yeniden ve yeniden tekrarlanarak konuluyor önümüze. İşte böyle bir dönemde Ahmet Uluçay, sinemanın başka bir şey de olabileceğini gösterdiği için anlamlıydı. Sinemanın hayal kurmak ve izleyenlere de hayal kurdurmak gibi çok basit bir işlevi olduğunu hatırlattı yeniden bizlere. Sinemaya âşık bir adamın, 40 yaşından sonra bile, Türkiye'de kısa film denilince ilk akla gelen isimlerden biri olabileceğini; bütün yokluklara rağmen hayalinin peşinden giderek yıllar süren bir uğraşın sonunda bitirdiği tek uzun metraj filmiyle Türkiye sinemasının en iyi yapımlarından birisinin ortaya çıkartılabileceğini bizlere gösterdi.Ahmet Uluçay, bir şeyi gönülden sevmenin, o şeye dair hayal kurmanın, kurulan hayali gerçekleştirmek için emek harcamanın hâlâ geçer akçe olduğunu bizlere gösterdiği için özel bir adamdı.Uluçay'ın bize mirasıUluçay'ın rahatsızlığı nedeniyle bir türlü tamamlayamadığı ikinci filmi "Bozkırda Deniz Kabuğu", onun mirası olarak kabul edilmeli. Bu yarım kalan filmi tamamlamak, dün Beyoğlu Sineması'na gelip Uluçay'a saygılarını sunan herkesin boynunu borcu olmalıdır. Bir hayalin peşinden koşan Uluçay, böylece geridekilere de bir hayalin kapısını açmış oldu...
21 Kasım 2009 Cumartesi
17 Ekim 2009 Cumartesi
28 Eylül 2009 Pazartesi
14 Eylül 2009 Pazartesi
6 Eylül 2009 Pazar
29 Ağustos 2009 Cumartesi
YARATICILIK MI EVRİMLEŞME Mİ, İNSANIN GELİŞMİŞLİĞİNİ GÖSTERİR?
İşte yeniliğin birbirini ateşleyen döngüsüne basit örnekler. Evrimleşme ve yenilik! Odaklandığınız konuda önce tarihsel evrimi bileceksiniz, sonra da kafanızın içindeki ampulün bir anda yanmasını bekleyeceksiniz. Gerçek yeniliklerin ortaya çıkmasındaki sır hep burada!
Nur Demirok
Referans 29/08/2009Tüm yeniliklerde hem tecrübe vardır hem yaratıcılık! Yenilik fikri zamanla gelişir ve bir anda ortaya çıkar. Yaratıcı yeniliği hazırlayan süreçse bir ...
( KB)
23 Ağustos 2009 Pazar
3 Ağustos 2009 Pazartesi
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ ara sıra mektupları gelir
gerçek değildiler, birer umuttular
eski bir şarkı, belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.
ATİLLA İLHAN
http://www.anafilya.org/go.php?go=7d23090030112
24 Haziran 2009 Çarşamba
Bu hareket Türkiye’deki okuma oranını arttırmak amaçlı başlanmış bir kampanya hareketidir. Ülkemizin gelişimi, insanımızın bilinçlenmesi için sizde kampanyamıza destek olun, bir sayfa açın!
Türkiye' de nüfusa oranla, günlük kişi başına ayrılan okuma süresi 13 saniyedir! Diğer Avrupa Ülkelerinde bu süre 24 dakikaya kadar ulaşmaktadır.
http://birsayfaacin.com
10 Haziran 2009 Çarşamba
Damar Sertliğine Karşı Doğal Yağ
Antioksidan maddeler ihtiva eden, soğuk pres yöntemiyle elde edilen bu yağları, ülkenin hemen her yerinde uygun fiyatlarda satılmaya başladığını belirten Prof. Dr. Sönmez, şu bilgiyi verdi:
"Bu yağlar, koroner damarların iç yüzeyindeki parlak kaygan zemini hazırlayan endoteli koruyan antioksidan maddeler ihtiva etmektedir. Keten tohumu, çörek otu, nar çekirdeği, üzüm çekirdeği, ceviz ve fındık yağından günde bir kaşık tüketilmesi, damar sertliğinin gelişmesini önlüyor. Antioksidan maddeler ihtiva eden bu maddeler, kişiyi, güneşin zararlı oksidan etkilerinden koruyor. Çünkü bu bitkiler, antioksidan maddeleri kendilerini güneşin zararlı etkilerinden korumak için üretiyor. Bu nedenle bu yağları tüketenler de doğal olarak güneşin zararlı oksidan etkilerinden korunmuş oluyor."
NASIL KULLANILMALI?
Bu yağların salata üzerine, çorbaya dökülerek veya sabah kahvaltısında nane, kekik, kırmızı biber gibi lezzet ve kokusunu güzelleştirici ilavelerle tüketilebileceğini anlatan Prof. Dr. Sönmez, önerilen günlük dozu ise, "1 çorba kaşığı" olarak bildirdi.
08.06.2009 09:58:00
3 Haziran 2009 Çarşamba
NAZIM'DAN YAŞAMINA DAİR
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
11 Eylül 1961
Nazım Hikmet RAN
JOHN HOPKINS HASTANESİ'NDEN
2) Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.
3) Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.
4) Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.
5) Çoklu beslenme eksiklini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.
6) Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.'deki hızlı büyüyen sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerler v.s.'de organ tahribatına yol açar.
7) Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.
8) Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.
9) Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.
10) Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.
11) Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.
KANSER HÜCRELERİ AŞAĞIDAKİLERLE BESLENİRLER:
a- Şeker kanser besleyicidir. Şekeri kesilerek kanser hücrelerinin önemli bir gıdası kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful v.s. gibi tatlandırıcılar zararlı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı Manuka balı veya molastır, ama az miktarda alınmalıdırlar. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg'in aminosu veya deniz tuzudur.
b- Süt vücudun, özellikle sindirim sisteminde, mukus üretmesine neden olur. Kanser mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek kanser hücreleri aç bırakılabilir.
c- Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et temelli diyet asittir ve sığır eti veya domuz eti yerine bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.
d- %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40o C'de yok olurlar.
e- Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.
12) Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.
13) Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.
14) Bazı destek maddeleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.
15) Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.
16) Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.
JOHN HOPKINS HASTANESİ'NDEN KANSER GÜNCELLEMESİ
1) Mikrodalga fırına plastik kap koymayınız.
2) Dondurucuya su şişesi koymayınız.
3) Mikro dalga fırınına plastik ambalaj koymayınız.
4) John Hopkins Hastanesi bunu yakın bir zamanda bülteninde yayınlamıştır. Bu bilgi Walter Reed Ordu Tıp Merkezi tarafından da yayınlanmaktadır. Dioksin kimyasalları kansere, özellikle de göğüs kanserine, neden olmaktadır. Dioksinler vücudumuzun hücreleri için son derece zehirlidir. Plastik şişelerdeki suyu dondurmayınız, çünkü bu plastiğin içindeki dioksinin salınmasına neden olur.
Castle Hastanesi Sağlıklılık Programı Yöneticisi Dr. Edward Fujimoto bu sağlık tehdidini anlatmak için yakınlarda bir televizyon programına çıktı. Dioksinleri ve bizim için ne kadar kötü olduklarını anlattı.
16 Mayıs 2009 Cumartesi
Zencefilin kanser tedavisinde yararlı olduğunu saptandı
Amerikan Kilinik Onkoloji Derneği ASCO Başkanı ve Chicago Üniversitesi kan kanseri uzmanlarından Dr. Richard Schilsky, ASCO toplantısındaki açıklamasında, zencefilin kanser tedavisinde yararlı olduğunun saptandığını söyledi. Binlerce yıldır mide rahatsızlıklarında kullanıldığını anımsatarak, tedavi sürecinde çok düşük dozda kullanılan zencefilin kemoterapi ile ortaya çıkan mide bulantısını ortadan kaldırdığını ifade etti. Araştırmacılar zencefilin kullanım miktarına bağlı olarak pişirilmiş yiyeceklerle alınmasının da mümkün olabileceğini belirtti.
19 Nisan 2009 Pazar
SEARCH-EARN DEN YENİ BİR KAZANÇ OLAYI
Kazantel.com' a Üye Olan Search-Earn Kullanıcılarına 5.000 SE puanı veriyoruz!
S&E'den Accounts Pro üyelerimize bir özel fırsat daha. S&E'nin yeni devreye alınan ve mobil iletişimde çok ses getirecek Kazantel projemizde de kazançlarımızı S&E'de bizlere inanmış üyelerimizle paylaşmaya devam ediyoruz.
Kazantel'e katılan Accounts Pro üyelerimiz anında 5.000 Accounts Pro SE puanı kazanacaklardır.
Accounts Pro üyelerimiz direkt referanslarından Kazantel'e kazandırdıkları üyelerden 1.000 SE puanı, SE alt grup referanslarından gelen üyelerinden de 100 SE puanı kazanacaklardır.
Kampanya koşulları:
1. Referanslı veya referanssız gelen www.kazantel.com üyeleri kampanyada geçerlidir.
2. Accounts Pro üyelerinin Accounts Pro profil bilgileri ile www.kazantel.com üyelik cep telefonu bilgileri aynı olmalıdır.
3. Kampanya kapsamında bir üyeden tek sefer puan ödemesi yapılır.
4. Kampanya kapsamında puanlar 20-30 Nisan aralığı için 10 Mayıs tarihinde, diğer zamanlarda üye olanların puanları ise aylık olarak takip eden ayın 10. günü hesaplara işlenecektir.
6. Bu kampanyada kazanılan puanlar SE Accounts Pro site üyelikleri kapsamında ödenmektedir.
7. Bu kampanyadan yararlanabilmek için Accounts Pro üyesi olmak şarttır.
8. Bu kampanya kapsamında üye olunacak site www.kazantel.com sitesidir. www.kazantel.com
SEARCH-EARN Kullanıcısı olmanız için lütfen üye olun;
http://www.search-earn.com/sevdor11 Nisan 2009 Cumartesi
Suç bizim günah bizim
Programı hazırlayanlar farklı ideolojik kanat ve örgütlerden gençleri toplamışlardı stüdyoya. Hani bizim zamanımızın sloganıyla; yüz çiçek açsın, yüz fikir gelişsin, diye. Azı kız, çoğu erkek, yanılmıyorsam on dört gençti. Biraz geç açtığım için, Obama’nın Türkiye ziyaretinin değerlendirmesine odaklanmış programa katılanların tümünü baştan dinleyemedim; eksiğim yanlışım, haksızlığım varsa bu yüzdendir; affola... Ama dinleyebildiğim, seyredebildiğim kadarı, hevesimi umudumu kursağımda bırakmaya, derin derin ve kara kara düşündürmeye yetti.
Karamsarlığıma yenilip toptancı bir bakışla haksızlık etmemeliyim; Lambda’dan gelen genç, Ermeni gencimiz, Genç Siviller’in temsilcisi, bir de örtülü örtüsüz genç kızlar; üsluplarıyla, geniş bakışları, ayrımcılığa karşı özgürlükçü fikirleriyle fark yaratıyorlardı. En önemlisi de bugünün dünyasını anlamaya çalışıyorlardı. Arada kaçırmış olduğum, izleyemediğim benzer genç katılımcılar olabilir; ama beni kara kara düşündüren, ulusalcı Kemalist “sol”un çeşitli gençlik örgütlerinden gelen gençlerin, sosyalist solun gençlik temsilcisi konumundaki gencin, milliyetçi mukaddesatçı gencin, Alperen Ocakları temsilcisi gencin fikirlerinin özünün ve söylemlerinin, inanılmaz biçimde birbirinin kopyası olmasıydı. Aynı katı, içi boş, slogancı söylem, kendi fetişleştirilmiş kavram ve değerlerinin mutlaklığına inanmış, farklı olanı düşman ilan eden, diyaloga kapalı tutum; söyleneni kavramaya çalışmak, üzerinde düşünüp kendi fikrini üretmek yerine, olguları şablonlara uydurmaktaki benzerlikleri; bilgi ve derinleşme eksikliği, kavram kargaşası... Beni asıl acıtan: sağı, solu, milliyetçisi, Türk-İslam sentezcisi, ulusalcısı, kendisini sol ve de sosyalist sayanıyla, yaşları yirmilerdeki bu gençlerin kırk yıl öncesinin sloganlarını, bakışlarını, düşünce kırıntılarını, kırk yıl öncesinin söylem ve eylem modellerini, dünyanın bu son kırk yılda nasıl değiştiğini hiç düşünmeden aynen tekrarlamalarıydı.
Sosyalist bir partinin gençlik örgütünden gelen temsilcinin, Obama ve ABD’ye karşı mücadelede “Kommer’in arabasının yakıldığı ve 6. Filo mürettebatının Dolmabahçe’den denize atıldığı” günlerin ruhuna ve anlayışına duyulan özlemi dile getirmesi bunun en açık ifadelerinden biriydi. Obama’nın Türkiye’ye gelmesi öncesinde ve sırasında, ulusalcı veya sosyalist soldaki gençlik örgütleriyle koyu İslamcı, milliyetçi-mukaddesatçı gençlik örgütlerinin protesto modellerinin benzerliği de dikkat çekiciydi zaten: Obama’nın fotoğrafları ayaklar altında çiğneniyor, ABD bayrakları yakılıyor, “katil Obama” diye bağırılıyordu.
Çift kutuplu dünyadan ABD’nin mutlak hegemonya dönemine geçilirken emperyalizmin nasıl, nereye doğru evrildiğini; sömürü biçimlerinin, evet daha da ağırlaşarak ve sinsileşerek, ama nasıl değiştiğini; başdöndürücü teknolojik devrimin kapitalizmi nasıl etkilediğini ve bunun emekçi sınıflara nasıl yansıdığını; günümüzde “devrim”in ne anlama geldiğini, bunun gibi yüzlerce can alıcı soruyu hiç sormuyorlardı. Kendilerine solcu veya ulusalcı diyenler kırk, kırk beş yıl önce bizler neler söylüyorsak onları söylüyorlardı. Milliyetçi mukaddesatçı söylem ise, kırk yıldan da daha eskilerdeydi. Seksen yıl öncesinin Türklük ve Müslümanlık söyleminin cafcaflı ama kof sloganlarını tekrarlıyordu.
Bu gençleri dinlerken, yıllar öncesine gittim, nostaljik bir hüzünle televizyon ekranına öylece bakakaldım. Ama nostalji, yani geçmişe özlem yaşlılara özgü bir ruh halidir sevgili gençler. Başdöndürücü hızla değişen bir dünyada ve onun parçası olan Türkiye gibi bir ülkede kırk yıl, elli yıl önce doğru olanın, ileri olanın, devrimci olanın bugün de devrimci ve doğru olabileceğini, hele de kendilerini solda sananların kitabı yazmaz.
Televizyonu kaparken hüzünle düşündüm: Hepsi pırıl pırıl güzelim gençlerdi. Onların genç kafalarını iğdiş eden, gençliğin gerçekten devrimci, yaratıcı isyan duygularını çarpıtıp resmî devlet ideolojisinin ya da sağın veya solun kendi resmî ideolojilerinin askerleri haline getiren, genç kafaları dumura uğratan biraz da bizlerdik; bizim kuşaklardı. Partilerinde, örgütlerinde, tekkelerinde, cemaatlerinde, gençleri kendi nostaljilerine tutsak eden, sorgulamayı ihanet ya da kâfirlik sayan “devimci abiler”in ya da “milliyetçi muhafazakâr şeyhler”in; sorgulayan, özgür düşünceli bireylerden korkan irili ufaklı bütün muktedirlerin günahlarının izlerini taşıyorlardı kafalarında.
Genelleştirmek kötüdür, çoğunlukla yanıltıcıdır, biliyorum. Ama izlediğim o TV programı bana, yarının barışçı, özgür Türkiye’sinin, bugün marjinal sayılıp ötekileştirilen, ayrımcılığa uğratılan, mağdur edilen, böyle olduğu için düzeni derinlemesine sorgulayan ve isyan eden gençlerin hele de kadınların eliyle kurulacağını düşündürdü. Bence bizler, onların üzerindeki baskıları kaldıralım, yollarına kendi nostaljimizin ve hatalarımızın taşlarını döşemeyelim, yeter.
Oya Baydar
6 Nisan 2009 Pazartesi
Devletin zirvesi esas duruşta
Oya Baydar
Bir oğul yitirmek ne demektir? Oğlunu yitiren analar bilir. Eşini yitirmek ne demektir, nasıl sonsuz bir boşluktur arda kalan? Ya babayı yitirmek? “Sizin hiç babanız öldü mü, benim bir kere öldü, kör oldum” dizeleri anlatır o acıyı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve beraberindekilerin ölümü bir kere daha bu acıları hatırlattı bana.
Bütün yakınlarının acılarını içimde duydum, ölüm karşısında çaresiz kalan insanın acısını yüreğimle paylaştım. Partililerin taşıdıkları “Üşüyoruz Başkan” yazan dövizlerle üşüdüm. Hiç kimse üşümesin, kimse kazalara kurban gitmesin, hiçbir canlı acı çekmesin diye çaresiz dilekler diledim.
Ardından yakılan ağıtlar, partililerin, sevenlerinin bağlılık ifadeleri, isyanları; televizyonlardaki, gazetelerdeki övgüler, göklere çıkarmalar... Hepsi, paylaşmasam da anlaşılabilir tepkilerdi.
Sonra cenaze törenini izledim ve hatırladım. Hatırlamaz olaydım da, ötekinin acısını içinde duymanın arındıran saflığını kaybetmeseydim; hatırlamaz olaydım da, unuttuklarımın yükü böyle taş gibi oturmasaydı vicdanıma. Ama hatırladım...
Cenaze töreninde ordu-devlet, derin devlet, sığ devlet, derin muhalefet, sığ muhalefet, hükümet erkânı; Genelkurmay Başkanı’ndan Cumhurbaşkanı’na, Meclis Başkanı’ndan Başbakan’a, Demirel’den Erbakan’a, Çiller’den Rahşan Ecevit’e, devletin, siyasetin gelmiş geçmiş zirvesi saf tutmuştu. Gladio da oradaydı, en kodaman Susurlukçular, Mehmet Ağar’dan Korkut Eken’e oradaydılar. Ve tabii maşaları, tetikçileri de. Devletin aile fotoğrafının eksikleri de vardı. Denktaş örneğin ve bir de tutuklu olduklarından mazeretleri yüzünden gelememiş Ergenekoncular ve de Ogün Samastlar, Yasin Hayaller... Hepsi, tek vücut, tek yürek oradaydılar. Yoksa bunların hepsi tarikat ehli Nakşibendî de ondan mı toplanmışlar böyle aşkla şevkle diye düşündüm bir an, sonra baktım, hayır, ortak paydaları bu değil. Peki o zaman, “zirve”yi Yazıcıoğlu’nun cenazesinde böyle görülmemiş şekilde biraraya getiren nedir, diye sordum kendi kendime.
Meclis Başkanı Köksal Toptan’ın şu sözlerini okumasaydım, cevabımı kendime saklayacak, bu satırları da yazmayacaktım: “Bundan sonra hepimize düşen, Yazıcıoğlu’nun gittiği yolda, savunduğu ilkeler etrafında, milletimizin birliği, beraberliği ve huzuru için mücadele vermektir. Ne büyük insandı ki kazasında, vefatında milletimizi birleştirdi, bütün siyasi düşünceleri birleştirdi” diyordu Toptan.
Vicdanım isyan etti. “Bölük dur, Meclis Başkanı sen de dur!” diye haykırdım o zaman. Evet, sizler, Yazıcıoğlu’nun “ilkeleri” etrafında milleti birleşmeye çağıranlar, orada durun! 1980 öncesini hatırlayamayacak yaşta değilsiniz hiçbiriniz. Muhsin Yazıcıoğlu Türkiye’nin en korkunç cinayetlerinin işlendiği, sağ-sol çatışması adı ve görünümü altında en kanlı katliamların gerçekleştirildiği ve adım adım 12 Eylül darbesinin hazırlandığı yılların, akan kanda en büyük suç payına sahip Ülkü Ocakları’nın Başkanı’dır. Abdullah Çatlı’nın en yakın dava arkadaşı, 1978-1979’un kanlı Ülkücü eylemlerinin yönetim ve emir merkezinin en üstündedir. Susurluk’ta ölen “Büyük Reis” Abdullah Çatlı’nın cenazesinde, Drej Ali ile birlikte mezara çiçek koyarken “O bir Kılıçtı (Gladio)” diye Çatlı’nın kendisi ve ideolojisi için en önemli vasfının altını çizerek katillere övgü düzendir. Hadi diyelim ki bu bir ülküdaşa vefa duygusudur, biraz daha geriye gidelim o zaman. Belki sizler unuttunuz efendiler, ama biz canımızı zor kurtardığımız ve en yakın arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin bizim kadar şanslı olmayıp hayatlarını kaybettikleri o günleri unutmadık. Yüzlercesi değil binlercesi arasından sadece birkaç kanlı olay: 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamı, 10 Ağustos Balgat katliamı ve en korkuncu: 9 Ekim 1978, Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’li gencin öldürülmesi...
Bu katliamın baş aktörlerinden, sonraki yıllarda Mehmet Ağar’ın koruyup kolladığı, hapishanelerden kaçırttığı, kaçakken nikâh şahitliğini yaptığı baş adamlarından Haluk Kırcı’nın kendi ifadesinden birkaç satır: “Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımıza karar vermek için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Eter ve pamuk vermiş, hepsini tek tek bayıltıp öldürelim, demiş. Dışarı çıkıp Abdullah’la konuştum. Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim, dedim. İki kişiyi büyük reisin arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük.....böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘tek tek boğalım bunları’ dedi, bir tanesini zorla boğdum..... Diğer dördünü bu şekilde öldürmek zor olacaktı... Sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermileri boşalttım, sonra silahı götürüp Abdullah’a verdim....”
O sırada Büyük Reis Çatlı, Ülkü Ocakları İkinci Başkanı; Genel Başkan ise, kankası Muhsin Yazıcıoğlu.
Sonra 12 Eylül. Ülkü Ocakları davasında ve çeşitli davalarda Yazıcıoğlu baş sanık, ama ceza almadan kurtulanlardan biri. Hapishanede düşünmüş, vicdanına danışmış, o yılların cinnetinin ve kanının muhasebesini yapıp yanlışı görmüş, nedamet getirmiş midir? Belki de öyledir. Ama sonraki siyasi hayatında bunu alenen yaptığını duymadık. Yeniden parti kuran, parti başkanı olan bir siyasi figür, üstüne sıçramış kanı milletin gözünün önünde yıkamazsa, nedametin anlamı yoktur. Çatlılara övgüler düzmeyi sürdüren de, Susurluk hükümlüsü Korkut Eken tahliye olurken karşılama törenini omuzlayan da onun kadrolarıdır. Dahası; son yılların, Türklük ve islamlık motifleriyle işlenen Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink cinayeti ve benzerlerinde kullanılan tetikçilerle örgütsel bağlarını reddetse de, fotoğraflar ve veriler bu yarım ağız reddi inandırıcı kılamamıştır. Kürt, meselesinde, Ermeni meselesinde kendisinin ve örgütünün tavrı apaçık ortadadır.
Cenazeyi izleyip, hepimizi onun yolunda birliğe çağıranları işitince, orada saf tutanların ortak paydasını kavradım: Yazıcıoğlu onların “devlet”ten anladıklarının tümünü temsil ediyordu. Hani şu “kurşun yiyenin de kurşun sıkanın da şerefli” sayıldığı devletin ve statükonun çıkarları için kanın ve cinayetin mubah olduğu zihniyet. Ordu ile AKP’nin, 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerle 28 Şubat mağdurlarının, tümünün birleşip yekpare bütün oldukları o devletin bekası (aslında siz kendi çıkarlarının bekası diye okuyun) noktası...
Unuttuk sanmıştınız belki, milleti onun yolunda birliğe çağırırken. Biz iyi insanlarız, belki de unutmuştuk gerçekten. İyi ki orada, öyle devlet devlet saf tutup hatırlattınız.
Yazıcıoğlu için bir anıt mezardan da söz ediyordu Meclis Başkanı. Evet, bir anıt mezar gerek başkentin kalbine, ama Yazıcıoğlu için değil; faşist katliamlarda öldürülen gençler için, Madımak’ta diri diri yakılanlar için, 1980’lere doğru katledilen 5 bin insan ve 1980’den sonra faili meçhul, faili belli cinayetlerde ölen onbinler için, kazılan çukurlarda kemikleri bulunan kurbanlar için bir anıt mezar yükseltmeliyiz. Asla kanı kanla yuğmayalım, ama kanın bir bedelinin olduğunu, hiç değilse bir nedamet gerektirdiğini bir daha unutmayalım diye.
» Taraf
2 Nisan 2009 Perşembe
Yeni dünya düzeni kuruluyor
Dünyanın en büyük 20 ekonomisinin liderleri, küresel finans krizinden çıkabilmek için alınacak önlemler konusunda uzlaşmaya vardı.
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Londra’da yapılan ve 7 saat süren zirvenin ardından aldıkları kararları açıklayan İngiltere Başbakanı Gordon Brown, “Yeni bir dünya düzeni ortaya çıkıyor ve bizler uluslararası işbirliğinde yeni bir döneme giriyoruz” dedi.
ABD Başkanı Barack Obama’nın yanı sıra, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldıkları zirvede, IMF ve Dünya Bankası’nın yapılarında reforma gidilmesi, dünya finans sistemi kurumlarının gelişmekte olan ülkelerin katılımına ve temsiline imkân verecek şekilde yenilenmesi kararlaştırıldı. “Vergi cenneti” haline gelen ülkelerin ifşa edilmesi ve kınanması üzerinde de uzlaşma sağlandı.
1 trilyon dolar sözü
İngiltere Başbakanı Gordon Brown, G20 Zirve sonuçlarını açıklarken, zor durumda bulunan ülkelere yardım için Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'na 1 trilyon dolar verme konusunda anlaşma sağlandığını söyledi. Brown, ''G20 ülkeleri, IMF'ye 500 milyar dolar daha destek verme taahhüdünde bulundu. G20 ülkeleri, gelecek 2 yılda ticaret finansmanında 250 milyar dolar desteği vaat etti'' dedi.
Bu kararlarla birlikte IMF'nin finans krizine karşı kullanabileceği kaynağın miktarı 750 milyon dolara yükselmiş oldu.
Finans sistemine kontrol
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Gordon Brown, liderlerin üzerinde uzlaştığı bir diğer konunun, küresel finans sisteminin daha iyi yönetilmesi olduğunu belirterek, spekülatif hedge fonların küresel bir denetime tabii tutulacağını, bankaların gizlilik kurallarının ise sonuna gelindiğini söyledi. Zirveye ev sahipliği yapan İngiltere Başbakanı, G20 ülkelerinin, yeni bir küresel krizi engellemek için, vergi cennetlerine göz yummamak ve mali sisteme güveni yeniden inşa etmek için, ortak politikalar oluşturacağını da vurguladı.
Brown, G20'nin sonbaharda bir kez daha toplanacağı bilgisini de verdi. Bu zirvenin Eylül ayında New York’ta yapılması bekleniyor.
Merkel: Tarihi bir uzlaşı
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Almanya Başbakanı Angela Merkel, G20 Zirve sonuçlarını “tarihi bir uzlaşma” ifadesiyle övdü. Merkel görüşmelerin çok zor geçtiğini, ancak uzlaşı iradesinin toplantıya damgasını vurduğunu kaydetti. Almanya Başbakanı “Bu küresel işbirliğinin zaferidir” dedi.
Ayhan Simsek
1 Nisan 2009 Çarşamba
Berlin'in Endülüs'e uzanan gölgesi
İspanya İç Savaşı’nın 70’nci yıldönümü nedeniyle Berlin’de bir fotoğraf sergisi açıldı. Sergi, iç savaşta Uluslararası Tugaylar safında savaşan Alman fotoğrafçı Hans Gutmann’ın çalışmalarının yanı sıra İspanyol haber ajansı EFE’nin döneme ait tarihi görüntüleri kapsıyor.
Sergi vesilesiyle Franco İspanyası ile Nazi Almanyası arasındaki ilişkiler ve İspanya İç Savaş sırasında Berlin’in oynadığı rol bir kez daha gündeme getirdi.
Carlos Collado Seidel, Göttingen’deki Georg-August Üniversitesi öğretim görevlilerinden. Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: General Francisco Franco, 26 Temmuz 1938'de, Valencia'da bahriyelilere hitap ediyorİspanya İç Savaşı üzerine bir kitap da kaleme alan Seidel, „İspanyol halkının, temeli 19’ncu yüzyıldan daha gerilere uzanan köhnemiş toplumsal yapıdan kurtulmak istediğini“ belirtiyor.
Savaşın nedenleri
Erlangen Üniversitesi tarih kürsüsü araştırma görevlilerinden Sören Brinkmann, İspanya İç Savaşı’nın nedenlerini açıklarken 1930’lu yıllarda İspanyol toplumunun sağ ve sol cenah olarak bölünmüşlüğünü hatırlatıyor. Brinkmann, „İkinci Cumhuriyet’in, başta toprak reformu olmak üzere çözüm bekleyen zorlu sorunlara başarısız bir çözüm girişimi“ olduğunu kaydediyor.
Sören Brinkmann, „İspanya’da yalnızca darbecilerle cumhuriyet savunucularının karşı karşıya gelmediğini“ belirtiyor. Alman tarihçiye göre, „savaş, aynı zamanda dünyaya farklı bakış açılarının bir çatışması“ niteliğinde… Brinkmann şöyle devam ediyor: „Komünistler tarafından organize edilen Uluslararası Tugaylar safında gönüllü olarak yer alanlar, kendilerini kısmen İspanyol cumhuriyetinin savunucusu olarak addettiler. Ama bu eylemlerini, en başta faşizme karşı mücadele olarak gördüler. Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: Alman fotoğrafçı Hans Gutmann, iç savaşta Uluslararası Tugaylar safında savaştıGeçerli düşünce buydu ve bu çerçevede dünya genelinde birçok asker, işçi ve aydın seferber oldu.“
En uzun savaş
Carlos Collado Seidel, 1933 yılında Hitler’in göreve gelmesiyle birlikte Avrupa’da belirginleşen Almanya-İtalya ekseninin de İspanya İç Savaşı’na bakışı etkilediğini kaydediyor. Seidel, „faşistler“ olarak tanımlanan „milli güçler“in ise savaşı „komünistler ve bolşeviklere karşı mücadele“ olarak algıladığını vurguluyor.
Birinci Dünya Savaşı, İspanya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı bir bütün olarak gördüğünü söyleyen Seidel, „Bu üç savaş, 20’nci yüzyılın 30 yıl süren en uzun savaşıdır“ diyor.
Carlos Collado Seidel: „Franco’nun zaferi birçok nedenle açıklanabilir. Ancak kuşkusuz bunların başında Nazi Almanyası ve Mussolini İtalyası’nın verdiği askeri destek geliyor. Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: Hitler-Mussolini ikilisi Franco'ya destek verdiBu faktörleri dikkate almadan sağlıklı bir değerlendirme yapamazsınız. Almanya’nın ve İtalya’nın desteği olmasaydı, Franco bu savaşı asla kazanamazdı.“
Tarafsız ama nasıl?
Tarihçiler, Franco’nun İkinci Dünya Savaşı sırasındaki tutumuna da dikkat çekiyor. Sören Brinkmann: „Franco tüm beklentileri boşa çıkarıp İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler ve Mussolini’ye katılmadı ve tarafsız kaldı. Gerçekten de bu tutumunu birkaç istisnai vaka hariç savaşın sonuna kadar sürdürdü. Alman ordusu saflarında, SSCB'ye karşı savaşmak üzere ‚Mavi Tümen'i göndermiş olsa da, Almanya ve İtalya’nın yanında savaşın bir parçası olmadı.“
Georg-August Üniversitesi öğretim görevlisi Seidel de Franco’nun tarafsız kaldığını vurguluyor: „Franco resmi olarak tarafsız kaldı. Ancak geri planda Mihver Devletler ve Nazi Almanyası’na destek vermek için elinden geleni yaptı. Bu kapsamda stratejik malzeme sağladı. Ya da Alman istihbaratının İspanya’daki faaliyetlerine göz yumdu ya da destek verdi. Söz konusu istihbarat faaliyetleri kapsamında bir yandan Atlantik’te Müttefikler’e yönelik muhtelif operasyonlar yürütülürken diğer taraftan Alman denizaltılarına İspanya sahilinden ikmal desteği sağlandı.“
Mirra Banchón / Deutsche Welle
17 Mart 2009 Salı
12 EYLÜL'LER OLMASIN ARTIK BU ÜLKEDE
"12 Eylül döneminde idam edilen Ramazan Yukarıgöz’ün, idamından önce ailesine yazdığı son mektubu, 26 yıl sonra annesine teslim edildi.
Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Ruşen Sümbüloğlu, Mülkiyeliler Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında, 12 Eylül döneminde yargılanarak idam edilen Ramazan Yukarıgöz, Mehmet Kanbur, Erdoğan Yazgan ve Ömer Yazgan’ın idamlarından önce ailelerine mektup yazmalarına izin verildiğini ifade etti. Bu mektupların sakıncalı görülerek, idamların ardından ailelere teslim edilmediğini savunan Sümbüloğlu, mektupların Genelkurmay Başkanlığı arşivinde saklandığını ileri sürdü."
Genelkurmay derhal bu arşivleri saklamakdan vazgeçmelidir. Bir dönemin suçunu üslenmemelidir. Ve 12 eylül'ü yapanlar yargılanmalıdır.
14 Mart 2009 Cumartesi
İslam ve Darwinizm!
Yaşar Nuri Öztürk, teoriyi ilk olarak bir Müslüman bilim adamının ortaya attığını söyledi, Süleyman Ateş ise “Evrim geçirdik ama maymundan gelmedik” dedi.
Vatan Gazetesi'nden Tülay Şubatlı'nın haberine göre; Tübitak’ın Bilim ve Teknik dergisinin ‘Darwin’ kapağını baskı aşamasında değiştirmesi, iki yüz yıldır tartışılan evrim teorisini yeniden gündeme taşıdı. İslamiyet’te evrimin yeri de tartışmaya açıldı. İşte iki ünlü ilahiyatçımızın Darwin ve evrim teorisiyle ilgili görüşleri...
DARVİN EVRİMİ MÜSLÜMANLARDAN ÇALDI
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk:
Sözüm ona sansürü Müslümanlık adına yapıyorlar. Halbuki Darwin, evrim tezini ünlü Müslüman filozof İbn Miskeveyh’ten çaldı. Evrim teorisi Batı’nın değil Müslümanlar’ındır. 940-1030 yılları arasında İran’da yaşayan İbn Miskeveyh, ’El-Fevzü’l-Asgar’ adlı ölümsüz eserinde evrimleşmeyi, Darwin’den tam 850 yıl önce incelemiş ve onun vardığı sonuçlara daha o zaman varmıştır. Miskeveyh’e göre, yüksek alemden inen nefs (ruh) çeşitli dünya varlıklarında kendini göstere göstere tekamül etmiş, nihayet insanlık mertebesine gelmiştir. Bu süreçte, hayat eserini ilk kabul eden varlık bitkidir.
HURMADAN GELDİK
Aşağı düzeyinde bitki tohumsuz ürer. Otlar gibi... Nihayet evrim, üzüm ve hurma ağacına ulaşır. Bitkiler alemi, hurma ile tekamülünün son sınırına varmış olur. Hurmada artık hayvan özelliği belirmeye başlamıştır. Hurma, bitkinin son, hayvanın ilk mertebesidir. Hayvanlar aleminde ilk mertebe, kısmen hareket edebilen, sadece dokunma duyusu bulunan sedef ve salyangoz gibi hayvanlardır. Evrimleşme, köstebek ve benzeri 4 duyu sahibi hayvanlarla devam edip 5 duyu sahibi, terbiye edilebilir hayvanlara ulaşır. Bu mertebede at ve şahin tipiktir. Evrimleşmenin insanlık mertebesine bağlanma noktasında maymunlar ve benzeri gelişmiş hayvanlar görülür.
KURAN'DA EVRİM VAR
Prof. Dr. Süleyman Ateş:
Darwin’e karşıyım ama bilimde sansür olmaz. Kuran’a göre insan bir evrim geçirmiştir. Ama Darwin’in dediğin gibi insan maymundan gelmiş değildir. Kuran’da insanın henüz halife olmazdan önce, yani yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olmazdan önce barbar, kan dökücü bir canavar gibi olduğu söyleniyor. Ama akıl potansiyeliyle insan olgunlaşıyor ve yeryüzündeki varlıklara hakim olacak duruma geliyor. Bu Allah’ın bir lütfu sayesinde oluyor. Bakara suresinin ayetlerinde buna işaret edilmektedir. İnsan suresinde ise ” İnsan kendisinin hiç anılmadığı uzun zamandan geçmedi mi?“ diye buyurulmaktadır. Yani insan daha insan değildi ama insan olma yönüne yönlendirilmişti.
HABERCİLER NOTU : Öncelikle Darwin bir din adamıydı. Yani geliştirdiği evrim teorisinde tek tanrılı bir dine aykırı düşmemeye özen göstereceği kesin. Öte yandan; sonuçta bir din adamının yaptığı gözlemler ve araştırmalardan elde edilen çıkarımlardır "Darwin Teorisi" ve teoriler gerçek değildir.... Hiç bir şeyi ispatlamaz; teoriler sürekli araştırma ve deneylerle sorgulanır -ki Darwin teorisi de 200 yıldır sorgulanıyor. Henüz aksi ispatlanamadı. Peki iyi hoş da Darwin ne demişti? İnsan Maymundan mı geliyor?
Tabi ki HAYIR!.. Darwin; evrim sürecinde insan ile maymunun ortak bir atadan geldiklerini ve evrim sürecinde maymun ve insanın farklı gelişim gösterdiklerii belirtiyor. Yapılan son araştırmalar da 7-14 milyon yıllık miyosen dönemde yaşayan primatların bu ortak ata olmaya yakın olduğunu gösteriyor. İşin başı hurma olabilir mi? Eğer bunu teori haline getirecek birileri çıkarsa neden olmasın? Müslümanlık deyince mangalda kül bırakmayanlar; laf üretmeyi bırakıp eski İslam alimleri gibi biraz ilme-irfana değer verseler zaten bunlar da sorun olmaktan çıkacak. İslam dinin insanoğlunun en ileri dini haline gelecek.
11 Mart 2009 Çarşamba
'Deli bal' hem ilaç hem de zehir
Şifa kaynağı olarak kullanılan balın özellikleri yapıldığı bitkiye göre değişiyor. Türkiye'de Karadeniz bölgesinde bin 800 metre yükseklikteki ormanlık alanlarda yetişen, literatürdeki adı 'rhododendron pontica'' olan ve halk arasında ''dağ gülü'' olarak bilinen bitkinin pembe renkli çiçekleri arılar bal yapmak için kullanıyor. "Dağ gülü"nden elde edilen bal, halk arasında ''deli bal'' olarak adlandırılıyor.
Uludağ Üniversitesi Zehir Danışma Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. Gürayten Özyurt, ''deli bal''ın alternatif tıpta mide ağrılarında, bağırsak hastalıklarında, şeker hastalığında ve hipertansiyon tedavisinde kullanıldığını dile getirerek, ''dağ gülü''nün yapısında bulunan, iskelet ve kalp kası hücrelerinde, merkezi sinir sistemini etkileyen ''grayanotoksin'' adlı maddenin, bu çiçekten yapılan balın içinde de olduğunu vurguladı. Bu çiçekten elde edilen balın zehirli olduğunu anlatan Özyurt, şunları söyledi:
ZEHİR DOĞRUDAN KALBİ ETKİLİYOR
''Grayanotoksinin 'deli bal hastalığı' denilen rahatsızlıklara neden olduğu bilinmektedir. Bu balın 1 çay kaşığından fazla yenilmesinin zehirlenmelere neden olduğu da bir gerçektir. Bu zehirlenme, bal yendikten birkaç dakika veya saat sonra ortaya çıkmaktadır. Tükürük artışı, kan basıncında ve nabızda belirgin düşüşe neden olmaktadır. Grayanotoksin, direkt kalbe etki eden bir zehirdir. Şuur kayıplarına, kaslarda gevşemelere neden olmaktadır. Kişide, çok şiddetli bir tansiyon düşmesi olursa, ölüme kadar varabilen sonuçlar doğurabilir. Yaşlılarda, çocuklarda normal insanlara göre daha tehlikeli olabiliyor. ''
SİLAH OLARAK KULLANILMIŞ
Prof. Dr. Özyurt, ''deli bal''ın tarihte silah olarak kullanıldığına ilişkin veriler bulunduğuna işaret etti. Tarihi belgelerde, Milattan Önce 401 yılında Karadeniz yakınlarında kamp yapan 10 bin Yunan askerin bölge halkı tarafından deli balla zehirlendiklerine ilişkin bilgilerin yer aldığına dikkati çeken Özyurt, MÖ 67 yılında Pontus kralı Mitridat'a karşı gelen Pompey'in ordularının da aynı bölgede kamp kurduklarında, bu bölgedeki petek ballarını yiyerek zehirlendikleri ve kolayca esir düştüklerinin anlatıldığını söyledi. Özyurt, ''Tarihte düşmanları etkisiz hale getirmek için kullanılan ilk biyolojik silah olan bu bal tüketilirken çok dikkatli olunmalı'' dedi.
ZEHİRLENMENİN DERECESİ YENİLEN MİKTARLA İLİŞKİLİ
Deli baldan kaynaklanan zehirlenmenin boyutunun, yenilen miktarla ilgili olduğunu anlatan Özyurt, ''Grayanatoksin''in yoğunluğunun baldan bala değişebileceği gibi, zehirlenme belirtilerinin de kişiden kişiye değişebildiğini bildirdi. Özyurt, Türkiye'nin her yerinde ''deli bal'' zehirlenmelerine rastlanabildiğini belirterek, şöyle devam etti:
''Doğal gıda ve bal tüketiminin her geçen gün daha arttığı, turizm hareketlerinin hız kazandığı günümüzde, deli bal olgularının hem ülkemizde hem de yurt dışında daha sık rastlanacağı düşünülebilir. Açıklanamayan hipertansiyon, nabız düşüklüğü gibi şikayetlerle hastanelere başvuran kişilerde, deli bal zehirlenmesini hatırlamak gerekir.''
15 Şubat 2009 Pazar
YAŞASIN HER TÜRLÜ TÜKETİM!?
10 Şubat 2009 Salı
Sevgililer Günü virüslerine dikkat
bilgisayar virüslerinin bazıları doğrudan kullanıcının bilgisayarını
çalışamaz hale getirirken, bazıları kişiye özel bilgileri topluyor,
bazıları da kullanıcıdan habersiz bulaştıkları bilgisayarı başka
sistemlere saldırı amaçlı üs haline getiriyor.
Güvenlik uzmanları, Sevgililer Günü’ne özel hazırlanan virüslerde,
“seni seviyorum”, “çok güzelsin”, “ilk görüşte aşk”, “benden sana”,
“aşkımı böyle anlatıyorum”, “sana özel şiirim”, “benimle dans eder
misin”, “benim ol”, “sana özel şarkım” gibi isimlerin kullanılmasının
muhtemel olduğunu belirtiyorlar. Uzmanlar, kullanıcılardan, işletim
sistemi ve antivirüs yazılımlarını güncellemelerini, olağan dışı
adreslerden gelen “aşk” içerikli elektronik postaları açmamalarını ve
dikkatli olmalarını istiyor.
Sizde hemen para kazanmaya başlayın!
TürkPTC'ye ücretsiz üye olduktan sonra reklam sayfamızdaki bağlantısına tıklayıp
reklam veren müşterilerimizin belirlediği süre boyunca görüntülediğiniz her web sitesi için para kazanıyorsunuz.
Ayrıca sizin referansınızla üye olan kullanıcıların görüntülediği reklamlardan da kazanırsınız.
Hem sizin daha fazla kazanmanız, hem de arkadaşlarınızın bu fırsattan
yararlanması için sitemizi hemen arkadaşlarınıza önerin.
Hesabınızda 2.00$ biriktikten
sonra istediğiniz zaman paranızı isteyebilirsiniz. Ödemelerimiz tercihinize
göre AlertPay veya banka havalesi ile yapılmaktadır.
12 Ocak 2009 Pazartesi
YENİ AÇILIŞ SAYFANIZ FLAKES
Flakes interneti kolaylaştıran arayüzü ile sık kullanılanlarınıza her yerden erişim sağlayan bir hizmettir. Flakes hizmetine daha hızlı erişim için www.uflakes.com internet adresini kullanabilirsiniz.
Search-Earn.com Flakes kullanıcılarına günlük olarak SE puanı dağıtır. Partner Üyeler günlük 100 SE Puanı, Accounts Pro Üyeler günlük 70 SE puanı, Standart Üyeler günlük 35 SE puanı kazanır.
Flakes kanallarınıza dilediğini web sitesinin adresini dilediğiniz etiket ile kayıt edebilir ve tek tıkla ulaşabilirsiniz. Dilediğiniz kadar kanal altında, dilediğiniz kadar url yi kendinize özel açılış sayfasında gruplayabilir interneti kolay kullanırsınız.
Flakes Facebook sayfasına katılın desteğinizi arttırın. Facebook sayfasına erişmek için http://www.facebook.com/pages/uFlakescom/43453927668 bağlantısına tıklayın. Facebook ta flakes sayfasını arkadaşlarınıza tavsiye edin. Flakes kullanımını arttırmamıza yardımcı olun.
Flakes ile Çifte Kazanç Kampanyası Başladı!
Kampanya koşullarına göre Flakes kullanmasını sağladığınız her kişi için tam 20 bin puan kazanabilirsiniz. Kampanya detaylarını ve kurallarını Flakes ile Çifte Kazanç sayfasında bulabilirsiniz. Flakes ile çifte kazanç kampanyasında standart, accounts pro, partner tüm üyeler katılabilir. Davet kampanyası ile ilgili kazançlarınızı durumunuzu Kampanya Hesap sayfasından online olarak takip edebilirsiniz. Bonuslarınızı kaçırmamak için üyeliğinizi Accounts Pro' ya Yükseltebilirsiniz.
SIRADAKİ ERGENEKONCULAR KİMLER ACABA?
“Emekli askerlere bir operasyon daha olacak. Bu operasyonun geçmişte genelkurmay başkanı olmuş bir ismi de kapsayacağı söyleniyor. Orduda temizlik muvazzaflarda ise çok yukarılara gitmez.”
“MİT, Ergenekoncu olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrıldı. MİT’te hâlâ çok sert bir Ergenekoncu kanat var. Geçmişte Susurluk’u yaratmıştı bunlar. Ergenekon sürecinde bunların da üzerine gidilecek.”
DEVAMINI : http://www.taraf.com.tr/makale/3522.htm DE OKUYABİLİRSİNİZ.
FLAŞ FLAŞ FLAŞ
Devamını:http://www.taraf.com.tr/haber/25398.htm okuyabilirsiniz.
7 Ocak 2009 Çarşamba
'Tanrı yok!' ilanı
Dini gruplar, "Muhtemelen Tanrı Yok" diyen ilanlara tepki göstermediler aksine, bu tür tartışmaların yararlı olduğunu söylediler. BBC'de yer alan habere göre Londra'daki 200 belediye otobüsüne verilen ilanlarda "Muhtemelen Tanrı yok. Üzülmeyi bırakın ve hayatın tadını çıkarmaya bakın" deniyor.
Kampanyanın fikir babası, İngiliz komedi yazarı Ariene Sherine. Sherine daha önce yine otobüslere verilen dini ilanlardaki internet sitelerine girmiş.
Sherine, "İnternet sitelerine girdiğimizde Hıristiyan olmayanların cehennemde yanacaklarından, sonsuza kadar acı çekeceklerinden bahseden yazılar gördüm. Sonra kendi kendime dedim ki 'Bu çalışan insanların içini açacak bir mesaj değil... Biz de bunun tamamen tersini söyleyen ama olumlu olan bir karşı-ilan verelim...' diyor.
Ariene Sherine Londra'da belediye otobüslerine ilan verebilmek için gerekli olan 5 bin 500 sterlini bulabilmek amacıyla internette bir bağış kampanyası başlatmış. Bugün toplanan paranın miktarı 130 bin sterlini aşmış.
Şimdi bu parayla başka şehirlerdeki belediye otobüslerine de ilanlar verilmesi planlanıyor.
Organizatörlerin kendileri bunun bir ateist kampanya olduğunu söylüyorlar.
Ama aralarında Metodist Kilisesi'nin de bulunduğu Hıristiyan gruplar, ilandaki "muhtemelen" ibaresinin tartışmaya açık kapı bıraktığını, bunun da olumlu bir şey olduğunu belirtiyorlar.
6 ocak2009 VATAN