30 Nisan 2008 Çarşamba

1977 1 mayıs

29 Nisan 2008 Salı

İki dünyayı da tanıyan kadın, tartışmak istiyor

İki dünyayı da tanıyan kadın, tartışmak istiyor
ASLINDA BU İŞİN İÇİNDE MİZAH VAR
İkinci ayete gelelim. Uzun ayetin içinde bir cümle, “Mümin kadınların eşarp uçlarını göğüslerine çekmelerini” tavsiye ediyor. Bir olay oluyor. Sokakta bir erkek, bir kadının güzel süslenmiş gerdanına bakayım derken, bir yere çarpıyor; artık duvar mı, direk mi her neyse, burnu kırılıyor. Kanlı burunla Peygamber efendimize gelip diyor ki; “Efendimiz, bakın ne hallere girdim!..” Ondan sonra “Kadınlar sokakta gerdanlarını kapatıp, eşarplarının uçlarını bağlasınlar” diye ayet iniyor.

Kazara örtündük yani...
Çok hoş... Aslında bu işin içinde mizah var . O kadar çatışmamıza gerek var mı? Gülelim, kendi halimize de gülelim yani. Neydik, ne olmuşuz... O zaman kadınlar güzelliğe, süse kıymet veriyorlardı. Bakın, bu sözünü ettiğim Medine döneminden...

1500 yıl öncesinden...
O zaman erkeklerin başka işi de yoktu herhalde, içki de içiyorlardı zaten. Başka işleri de olmadığı için o süslere dalıyorlardı, süslü kadınlara dalıyorlardı herhalde. Eşarp konusu var ya, başlarındaki eşarp konusu. O zaman herkesin, kadının da erkeğin de başında eşarp vardı. Yahudisi, Hıristiyanı, Müslümanı, hepsinin... Eşarpların uçları arkaya atılırdı. Bir gruba veya bir din topluluğuna bağlılığın simgesi değil, çöl hayatının şartlarına uyum için kullanılan bir kıyafetti yani. Kuran’da da nasıl geçiyor, “Gerdanlarınızı eşarplarınızın uçlarıyla kapatın” sözü geçiyor. İlk ayette eşarp konusu yoktu.
TÜRBANA İLİŞKİN KORKULARIN HEPSİ FANTEZİ

Türkiye’de ilk kez bir Cumhurbaşkanı’nın eşinin türbanlı olmasıyla ilgili tartışmaları nasıl karşıladınız?
Çok üzüldüm, acayip şekilde üzüldüm ve utandım. Türkiye için utandım. Bir kadın, kendisine göre bir dünyası var ve kapanmayı seçmiş birisi. Ve önemli birinin hanımı. Cumhurbaşkanı yemin törenine, hanımı olduğu halde katılamaması çok ayıp birşey. Benim görüşüme göre bu çok gerici bir davranış. Bu olayla kapalı insanların kafasındaki önyargı pekişti. Karşı tarafa ilişkin “Müslüman düşmanı” önyargısı, tasdik edilmiş oldu. Önyargıları desteklemeyecek şekilde hareket etmek, akıllıca bir davranış olurdu. İşi daha da zorlaştıran ve diyaloğu engelleyen bir davranış oldu. Tamam görüntü biraz acayip. Yanlış örnek olur, korkusu vardı belki. Oysa korkular da, ihtimaller de hepsi fantezi. Olabilir de, olmayabilir de. Olmaması için akıllıca davranmak gerekir.

28 Nisan 2008 Pazartesi

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Gey müslüman Sharma

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Gey müslüman Sharma
Yani homofobiyi kültüre bağlamak biraz kolaycılık. Zira filmde Kanada'ya iltica taleplerinin sonucunu Türkiye'de bekleyen İranlı gey mülteciler, Fars edebiyatında erkek erkeğe aşka referansların varlığından bahsediyor. Sharma, geçen yüzyıllarda İslam'ın eşcinselliğe hoşgörüyle baktığı görüşünde. "Sömürgecilikten sonra problemler başgösterdi. Çünkü sömürgecilikle beraber radikalizm de arttı. İslam'daki dindar insanlar daha çok güç kazanıp tartışmalarda kuvvet kazanmaya başladılar. O sıralarda biz Müslümanlar, Tanrı'yla aramızda bağımsız bir ilişkimiz de olduğunu, İslam'da ruhban sınıfı olmadığını unuttuk. İran'daki İslam devrimi de sömürgeciliğin sonucu gerçekleşti. Ortadoğu'daki haritaların nasıl tekrar çizildiği, ülkelerin nasıl daha din odaklı olmaya başladığını ama dinin temel prensiplerinden de uzaklaştığı çok ilginç. Bence değişmesi gereken bu. Ve bu çok uzun bir süreç". Ve bu da Batı'nın gey hareketi modellenerek gerçekleştirilecek bir süreç değil. "Değişim içeriden olmalı, dışarıdan değil. Bazen Batılı aktivistler, diğer bölgelerdeki gey hareketlerinin nasıl olması gerektiğini dikte etmeye çalışıyorlar. Birçok Batılı aktivist İran'a hiç gitmeden orayı listelerine aldılar ve bunu İran'a saldırmak için kullanıyorlar."

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Evlilik, fuhuş, zina...

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Evlilik, fuhuş, zina...
Çokeşlilik sadece İslam'da değil, pek çok dinde de görülmüş, ama fuhşa engel olmamıştır. Aslında dört kadınla evlenme sınırlamasının da uygulamada çok aşıldığını görüyoruz. Zenginlerin sarayı cariyelerle doluydu. Hz. Süleyman'ın 700 karısı, 300 de cariyesi vardı!
Hz. Süleyman fuhşu önlemek için mi bunca kadını hareminde toplamıştı dersiniz? Hiç sanmıyorum. Bana daha çok açgözlülük gibi geliyor.
İşin aslına bakarsanız, erkeklerin birden çok kadınla evlenmesi olsa olsa fuhşu ve zinayı artırır, azaltmaz!
Nedeni de çok basit ve açık. Dünyanın bütün toplumlarında kadın ve erkek sayısı aşağı yukarı eşittir. Erkeklerin hepsi de dörder kadın almaya kalksa bu fiilen mümkün olmaz. O zaman, erkeklerin dörtte biri dörder kadınla evlenecek, geri kalan dörtte üç erkek nüfusu da evlenemeyecektir! Ve bu erkeklerin doğal olarak zinaya ve fuhşa yönelmekten başka çaresi kalmayacaktır.

DOĞACAK ÇOCUĞUNUZUN TASARIMINI YAPIN

The Independent gazetesinin haberine göre artık gelecekte ebeveynler kendi çocuklarını istedikleri gibi tasarlayacaklar.

Kopya koyun Dolly'den sonra gelişen teknikler sayesinde bilim adamlarının eskisine oranla çok daha rahat genetik müdahale edebilmesiyle beraber ileride doğacak çocuklarında önceden genetik özellikleri belirlenip kişilerin zevkine göre çocuk yapabilme ihtimalini beraberinde getiriyor.

İnsan derisinden alınan hücreler sayesinde eskisine oranla çok daha az yan etkiyle uygulanan yöntem sayesinde artık kısır kişiler dahi çocuk yapabilecekler.

Kişinin derisinde bulunan genetik kodlar alınıp embriyo'ya yerleştiriliyor ve doğan çocukta kişinin özelliklerini almış oluyor.
Amerikan Bioteknoloji şirketi Advanced Cell Technology'nin bilim yöneticisi Robert Lanza ise konuya ilişkin açıklamasında "Bu uygulama etik dışı ve tehlikeli olur ancak bazıları bugün gerçekleştiriyor olabilirler" dedi ve ekledi "Bu yeni teknikle bir çocuk üretme olanağına sahibiz, bu teknik insanlara uygulanırsa sonuçları çok ciddi olur" cevabını verdi.

Gelecekte insanlar çocuklarının göz rengi gibi fiziksel özelliklerinden karekterine kadar kendileri belirleyebilirler. Şuan için insan embriyosunun değiştirilmesiyle ilgili dünya ülkelerinde yasa bulunmuyor ama tekniklerin ilerleyip yaygınlaşmasıyla beraber hükümetlerin yasal düzenlemelere gitmeleri kaçınılmaz görünüyor.

ANADOLUNUN KAYIP ŞARKILARI

Ömrünüzü Uzatacak 5 Öneri!

Alışkanlıklarınızda ve yaşam stilinizde birkaç değişiklik yaparak, belki de 100 yaşına kadar sağlıklı ve mutlu yaşamak elinizde! İşte uzmanların açıklamalarına göre ömrü uzatan 5 alışkanlık... Bunları yaparak ömrünüze ömür katabilirsiniz...
Günde Azar Azar 5 Öğün Yiyin

Günde 5 defa küçük porsiyonlarda yemek yiyin. Vücudunuzun kan şekerini, enerjisini ve ihtiyacı olan besinleri almış olursunuz. Az yiyerek, kalp krizi risklerini ve sindirim sorunu gibi metabolik hastalıkları önlemiş olursunuz.
Asansör Kullanmak Yerine Merdivenlerden Çıkın

Merdivenlerden çıkmak egzersiz yapmanızı sağlar, bağışıklık sisteminizi güçlendirir, hareketlilik kazandırır ve enerjik olmanızı sağlar. Gün boyunca hareket etmenizi sağlayacak yürüme, koşma, bisiklete binme gibi egzersiz fırsatlarını kaçırmayın.
Kahkahalarla Gülün

Gülmek endorphin seviyesinin yükselmesini sağlayarak iyi hissetmenizi sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, hücrelerin ömrünü uzatıyor. Keyifli insanların daha uzun yaşadığı tartışmasız bilinen bir gerçek.
Her Gün 8 Bardak Su İçin

Su vücudunuzun fonksiyonlarının iyi çalışmasını, uzun ve sağlıklı yaşamanızı sağlar. Doğal su kaynakları şehirlerden ne kadar uzak olursa çevre kirliliğine neden olan kimyasallar ve zehir içermez. Arıtılmış su içmeye özen gösterin. Su plastik şişeşerde olmamalı çünkü plastikte bulunan polychlorinated biphenyls (PCBs) suya karışabilir.

Meditasyonla Rahatlayın
Stres yaşamınızı kısaltabilir. Bu nedenle sizi rahatlatan, stresinizi dengelemenizi ve yönetmenizi sağlayan tekniklerden yararlanın. Zaman zaman derin nefes alıp verin, bu vücudunuzdaki zararlı toksinlerden arınmanıza yardımcı olabilir. Düşünceleriniz ne kadar rahatlarsa, stres hormonlarınız azalır, kendi kendinizi yönetmeyi öğrenir ve daha uzun hedeflere odaklanabilirsiniz.
Bunu Denemenizi Öneririz...

Rahat bir sandalyeye ya da yere oturun. Nefes alın ve gözleriniz kapatın. Bir süre kıpırdamadan bekleyin. Kendinizi bir balonda, gökyüzüne doğru yükselip kaybolurken hayal edin. Yorgun düşüncelerinizden uzaklaşıncaya kadar devam edin. Kısa bir süre sonra vücudunuzun hafiflediğini hissedeceksiniz ve düşüncelerinizde hafifleyecek. İlk denemelerinizde zorlanabilirsiniz ancak zamanla daha kolay ve daha hızlı yapacaksınız.

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Gene Muhsin başkan...

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Gene Muhsin başkan...
Muhsin Yazıcıoğlu'nun aynı babalığı, aynı sadakati Abdullah Çatlı'dan da esirgemediğini biliyoruz. Çatlı, 1978'de Balgat katliamı sanıklarından Mustafa Pehlivan ile birlikte yakalandığında Yurtaslan'a göre, "Ankara'ya geldiklerinden bir saat kadar sonra Yazıcıoğlu şubeye telefon etti. 'Bu size son ihtarım. Abdullah'ı bırakmazsanız Ankara'nın 150 yerinde bomba patlatacağız' diye tehdit etti. Gerçekten de ihtar olarak Demirtepe Köprüsü'ne bir bomba konulmuştu. Polis patlamadan bombayı aldı. Abdullah, tehditten sonra bırakıldı."
Yazıcıoğlu'nun bir yığın soygun ve gasp olayı örgütlemiş olduğu, gerekli silahları temin ettiği, sonra 'pis silah' denilen kullanılmış silahların taşraya sevkini sağladığı da yaygın olarak ileri sürülen iddialardan.
Yurtaslan itiraflarında, Yazıcıoğlu'nun 1978 yılında, Sivas katliamında da başrol üstlendiğini belirtiyor: "1978 sonlarındaki Sivas olaylarını Mustafa Mit ve Muhsin Yazıcıoğlu tertiplemişlerdir.
Yazıcıoğlu Sivas'a giderek bizzat olaylara önderlik etti."
Pehlivan'ın geçmişi hakkında ilk elde oltaya yakalananlar bunlar. Cinayet, gasp, soygun, katliam.
Kırcıların, Çatlıların, Tuncellerin hamisi. Muhsin Başkan.
Memleket tarihinin son 30 yılında hemen her felaketin, her karanlığın kıyısında gölgesiyle karşılaştığımız parlamenter aziz. Gerçek 'bir bilen'.
Nitekim, Çatlı için, "Kanaatim o. Kaçmayıp mahkemeye çıksaydı beraat ederdi. Birçokları gibi şimdi Meclis'te olurdu" diyordu. Haksız mı?
Muhsin Yazıcıoğlu, seçimleri çoktan kazanmış olduğunu, her partiden, her kademeden dost ve ahbapları olduğunu bilmenin verdiği rahatlık içinde hiçbir zaman sağ partileri karşısına almadı. Refahyol'a destek verirken de Anayol'a arka çıkarken de hep hükümette olduğunu biliyordu. ANAP'a şükranlarını sunuyor, kendisine 'katil' demiş olan Çiller'i kısa zaman sonra affediyordu. Çiller ondan özür dilemişti. Meğer, 'seçim atmosferinde danışmanlarından önüne gelen bildirimlere göre değerlendirme' yapmış.

27 Nisan 2008 Pazar

İlk 1 Mayıs gösterisi işgal güçlerine rağmen yapıldı - Soner YALÇIN - Hürriyet

İlk 1 Mayıs gösterisi işgal güçlerine rağmen yapıldı - Soner YALÇIN - Hürriyet
İlk 1 Mayıs gösterisi işgal güçlerine rağmen yapıldı


Bakanlar Kurulu, 1 Mayıs’ı emek ve dayanışma günü ilan etti. 1 Mayıs kutlanabilecekti ama resmi tatil yoktu! 1908’den beri, yani 100 yıldır 1 Mayıs’ı konuşup tartışıyoruz. 1 Mayıs işçi bayramı, ilk ne zaman yapıldı? O gün resmi tatil miydi? İşçiler mitingde ne giydi? Hangi partinin genel merkezine büyük bir kızıl bayrak asıldı? Mızıka hangi marşı çaldı? Pankartlarda kimin resmi vardı? İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı, işçilerden neden korkuyordu?
KARL MARX RESMİ

İşçi Bayramı’na katılan işçi sayısının, bir önceki yıla kadar hayli arttığı gözlendi. 1 Mayıs, ramazan ayına denk geldiği için geçen yıl pikniğe giden işçiler de mitinge geldi. İşgal güçlerinin güvenlik önlemleri abartılıydı. Yine işçilerin ayaklanacağından korkuyorlardı.

1 Mayıs Komisyonu’nun bildirisinde yazdığı gibi, işçiler Pangaltı’da buluştu. Kimi işçiler aileleriyle birlikte geldi. Ellerinde Türk bayrakları ve flamalar vardı.

"Türkiye Amelesi Sendika İster!"

"Türk Amelesi İrticaya Karşı Amansız Bir Mücadele Açmalıdır."

"Burjuvazinin Zulmünü Protesto Ediyoruz!"

"8 Saat İş, 8 Saat İstirahat, 8 Saat Uyku."

"Mürteciler, Muhtekirler, Kapitalistler, Emperyalistler Kahrolsun."

"Bütün Dünya İşçileri Birleşin!"

Bu pankartın altında Karl Marx’ın resmi vardı. Tanışsın tanışmasın tüm işçiler birbiriyle bayramlaştı. Türkiye Sosyalist Fırkası’na mensup işçiler yine mavi gömlek giyip boyunlarına kırmızı boyunbağı takmışlardı. Yakalarında yine fırka rozetleri vardı.

Mızıka, Enternasyonal Marşı çalmayı hiç kesmedi. Konuşmacılar, Ankara hükümetini öven sözler söylediler. 1 Mayıs İşçi Bayramı, bu konuşmalarla bir anda bağımsızlık mitingine dönüştü. İşçiler, Ankara’daki dava arkadaşlarının yanında olduklarını hiç sakınmadan ifade ettiler.

1 Mayıs Bayramı, aynı gün ulusal Kurtuluş Savaşı’nın merkezi Ankara’da da, bir mitingle kutlanıyordu.

Radikal-çevrimiçi / Kültür/Sanat / Karı koca niçin kavga eder?

Radikal-çevrimiçi / Kültür/Sanat / Karı koca niçin kavga eder?
Arkadaşlarımızla her buluştuğumuzda bin yıl görüşmemiş gibi kucaklaşır, öpüşür, en güler yüzümüz, sevecen bakışlarımızla beslerimiz dostluğumuzu. Tartışmalarımızda birbirimizi dinleriz. Uyumluyuzdur.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşlarımızı kullanırız bizi iyi bilsinler diye.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşımızın tarafını tutarız eşiyle olan geçimsizliğinde.
İki yüzlüyüz çünkü arkadaşlarımızı bile aldatırız onların eşleriyle.
Azıcık daha kendimiz gibi olsak. Birisiyle geçinmeyi, öbürüyle geçinmemeyi otomatiğe bağlamasak. Arkadaşlarımızla bu denli uyumlu olmasak. Bakarsınız eşimizle çok daha iyi anlaşırız.
Çok sevdiğim bir çift var. Bir gün biri eşinden sözederken, "Bunca yıl beraberiz, hep beni şaşırtıyor" demişti.
İlşkilerimizi besleyen aynı olmak değil, Nazım Hikmet'in sözleriyle, "Çocuk gibi bakarcasına şaşarak yaşamak".

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / Disiplin

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / Disiplin
Askeri itaat üretiminin genel alameti farikaları arasında kendiliğinden, resmi formaliteye dayanmadan oluşan mekanizmalar da yer almaktadır. Askerlerin savaşıp savaşmayacakları ve nasıl savaşacakları, en başta hiyerarşik olmayan arkadaşlık ilişkilerine bağlıdır. Bu ilişkiler tek tek askerlere, özellikle bir muharebenin koşulları altında ortaya çıkabilecek aşırı zorluklar karşısında, hiçbir eğitim ve talim programının ve tepeden gelme hiçbir emir ve komutanın sağlayamayacağı destek ve kuvveti verir. Arkadaş grupları sadece dayanışma ve karşılıklı desteğe dayalı bir sığınma ve himaye kolektifi değil; aynı zamanda, kimileyin acımasız bile olabilen kolektife kabul ritüellerinin ve kural ihlallerinin de ortamıdır.
Savaş durumlarında kendi başına buyruk kararlarla gerçekleştirilen hunharlıklar ve şiddet uygulamaları, zorbalık ve yağmalar, üstler tarafından zaman zaman savaşta görev almış olmanın getirdiği tehlike ve zorlukların bir telafisi, bir tür tazminat olarak görülüp bunlara ses çıkarılmadığı gibi, düşmanın sivil halkının terörize edilmesi amacıyla bizzat kışkırtılsalar bile, bu tür taşkınlıklar askeri disiplin bakımından da sürekli bir tehdit anlamına gelir; çünkü bu 'çığırından çıkmış şiddeti' askerin ne zaman kendi subaylarına yönelteceği hiç bilinmez."

24 Nisan 2008 Perşembe

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Egemenlik ve müdahale: Nasıl bilirsiniz?

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Egemenlik ve müdahale: Nasıl bilirsiniz?
Nasıl bileceğiz; tabii ki birincisi başımızın tâcıdır, ikincisi ise başımızın belası. Özellikle de herkesin "AB müdahalesi egemenliğimizi ihlal ediyor!" dediği şu sıralarda. Ama beyinlerin çok net ve aynı fikirde olduğu durumlar tehlikelidir. Kafalarımızın biraz karışması iyi olabilir.
Önce: Bu hikâye yeni değil. 60 ve 70'lerin antiemperyalist/Marksist ortamında "Onlar Ortak, Biz Pazar" diye yürürdük. Emperyalistler toplandılar, Türkiye'yi sömürecekler. Bugün fark şu ki, madalyonun öbür yüzünü hatırlatır biçimde, Marksistlerin "sömürülmek" korkusunun yerini Kemalistlerin "parçalanmak" korkusu aldı.
Ulus ve ulusal egemenlik nedir?
Ulus, bir ülkede "birlik ve beraberlik sağlama" projesinin adıdır. Benzer projeler tarihte çoktur. Ortaçağ'da bu iş din'le yapılırdı, şimdi milliyetçilik'le yapılıyor. Ulusu oluşturmak için ülkedeki başat (dominant) etnik, dinsel, sınıfsal gruplardan biri Devlet'i temsilen üst-kimlik'i belirler ve başat olmayanlara (yani altkimliklere) empoze eder. Amaç hasıl olur. Mu acaba? Çünkü, alt kimliğinin saygı görmesi karşılığında devlete itaate hazır insanlar varken, paşa gönlüm böyle istiyor diye bu işi böyle zorla yapmak mümkün değildir. "Birlik" yapayım derken "teklik" yaparsın ve isyan çıkar. Ulusun içindeki alt kimlikler saygı gördüğü oranda toplumsal barış oluşur, görmediği oranda da toplumsal çatışma (bkz. Tablo 1).

23 Nisan 2008 Çarşamba

AYAK TAKIMI KARARLI

Ayaktakımı kararlı'
DİSK Genel Başkanı Çelebi: "Ayaktakımı olarak bizler 1 Mayıs'ta Taksim'de kararlıyız."
KESK Başkanı Tombul: "Yeterince gelişkin olmayan beyinler vücudu koordine edemezler." TTB Başkanı Gürsoy: "Taksim'de 1 Mayıs'ı kutlamak bir kez daha gereklilik olmuştur."

22 Nisan 2008 Salı

Referans - Yarının Habercisi | İtalya: Orak-çekiçsiz sol olur mu hiç...

Referans - Yarının Habercisi | İtalya: Orak-çekiçsiz sol olur mu hiç...
Sol sandığa gömüldü

Merkez Sol'un en büyük hatası bir post komünist emeklisi orak-çekiç ideolojisinin tutkunu, "Yoldaş" Giorgio Napolitano'yu Cumhurbaşkanı seçtirmek oldu. Temsilciler Meclisi başkanlığına ise son komünist neslinin en kızılı olarak bilinen Yeniden Yapılanan Komünist Partisi'nin lideri Fausto Bertinotti oturtuldu. Hani şu Öcalan sorununu İtalya'nın başına saran, çıkmaza sürükleyen, dünyaya rezil eden, sonra da büyük bir pişkinlikle vatandaşlık öneren partinin lideri. Ocak ayında merkez sol güvensizlik oylamasıyla düşünce radikal sol radikal bir karar alarak aynı çatı altında birleşip orak-çekici bir daha kullanmamak üzere tarihe gömdü. Yeşilleri de yanlarına alarak Solun Gökkuşağı adıyla son yolculuklarına çıktılar. Hedefleri basitti; yüzde 4 barajını aşıp Parlamento'ya girerek seçimleri merkez solun kazanması halinde kilit rol oynamak. Bunu başaramazlarsa sendikaları arkalarına alarak muhalefette Demokratik Parti'den daha sıkı ve inatçı rol oynamak istediler. Orak-çekiçsiz radikal sol sandığa gömüldü. Sadece yüzde 3.2 oy alabildi ve Batı Avrupa'nın gelmiş geçmiş en köklü komünistleri çöktü, belki de tarihe karıştı.

"Gökkuşağı" adı ve sembolü bile onları kurtaramadı. Siyasette ektiklerini biçtiler ve kayboldular. Şimdi kendilerini sorguluyorlar ve kafalarını döverek "Orak-çekiçsiz bir sol olur mu hiç?" sorusunu bozuk plak gibi sorup duruyorlar kendi kendilerine.

- Yargısal darbe sürecinde akla takılan üç soru... Karakutu.com-Kültür Sanat

- Yargısal darbe sürecinde akla takılan üç soru... Karakutu.com-Kültür Sanat
Benim üç sorum var size:
(1) AKP’nin kapatılması ihtimali, demokrasi ve hukuk açısından içinize gerçekten siniyor mu?
(2) AKP’yi kapatma kararının, Türkiye’yi kötüye değil iyiye götüreceğine ihtimal veriyor musunuz?
(3) Kendinize göre haklı nedenlerle beğenmediğiniz AKP’ye ilişkin iktidar alternatifini, darbe süreçlerinde değil, tam tersine demokrasi oyununun kuralları içinde, özgür seçim süreçlerinde aramanın siyasal açıdan Türkiye için çok daha sağlıklı olduğu hiç aklınıza gelmiyor mu?
Üç sorum böyle...

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Çin'de Maoizm'in yerine milliyetçilik

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Çin'de Maoizm'in yerine milliyetçilikBİZİM SOLCU'LARIN VE TİP LİLERİN KULAKLARI ÇINLASIN!..?
Bu milliyetçi çılgınlığın ne kadarının komünist yetkililerce beslendiğini, ne kadarının gençler arası enerji dolu grup gururuna atfedebileceğini -ki bu durum diğer ulusların gençleri arasında da yaygın- belirlemek kolay değil. Çinli yetkililer, yabancı eleştirilere karşı tepkilerin vatanser mizacını görünce internet forumlarındaki kısıtlamaları yumuşattı.
Sağlıklı ve yapıcı milliyetçilikle, Hitler'in 1936 Berlin Olimpiyat'ları'na enjekte etmeyi istediği patolojik milliyetçilik arasında önemli bir ayrım var. Bu bahar Çin'in en iyi ve en parlak kişileri arasında görülen milliyetçi hareketlilik sıkıntı verici. Bu durum, Çin'in yöneticilerinin meşrulaştırıcı ilkesi olarak Maoizm veya Marksizm'in yerini milliyetçiliğin aldığını ima ediyor. (Başyazı, 21 Nisan 2008)

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / Düşünün artık! Kamer Genç devrede

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / Düşünün artık! Kamer Genç devrede
Bu yüzden ezelden beri 'solcu' oldukları halde ('devletçi' 'darbeci' 'elitçi' 'fanatik-laikçi' olmayı 'solcu' zannedegelmekteler bin yıldır) gidip MHP'ye BİLE oy verdiler.
Dinden imandan çıktılar. Zira Onlar'ın dini: laikçi, Kemalist, anti-emperyalist, ulusalcı, solcu, CHP'li dini. Gittiler (içleri kan/man ağlayarak) sonra onları Türban Oylaması'nda 'satan' MHP'ye oy verdiler.
Şimdi 'ellerimiz kırılsaydı da' diyorlar. Vahim bir 'statüsüzlük' sembolü türban onların gözünde. Alt alt sınıflardan gelen, cahil cühelanın, Bu Küstahlar'ın göz diktiği Onlar'ın pozisyonlarının işgalci bayrağı, türban.
Abdurrahman Yalçınkaya diyelim Urfa'dan geliyor. Kürt; ailesinde şıhlar, şeyhler var.

16 Nisan 2008 Çarşamba

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Sorunların kaynağı 12 Eylül Anayasası

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Sorunların kaynağı 12 Eylül Anayasası

Haberi YazdırYazdır Haberi YollaYolla | Arşive Ekle Yorum

Sorunların kaynağı 12 Eylül Anayasası

Sorunların kaynağı 12 Eylül Anayasası
Yaşadıklarımızdan görülüyor ki sivil, özgürlükçü, temel hak ve hürriyetleri koruma altına alan, sivil toplum ve siyasetin önünü tıkamayan, demokratik, katılımcı, çoğulcu, toplumun tüm kesimleriyle barışık, hiçbir kişi ve kesimi 'öteki'leştirmeyen meşru bir anayasaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var...

16/04/2008 (272 kişi okudu)

MAHMUT ARSLAN (Arşivi)
Türkiye'nin toplumsal dokusu zaman zaman hastalıklı 'parça' görüntülerine sebep olsa da, hastalığa sebep olan 'zedeli doku parçaları'nı zararsız duruma getirmek için, toplumsal yapımızı antikorlar üretiyor, üretebiliyor. Ancak son yıllarda yaşadığımız gelişmelere baktığımızda; toplumsal dokumuzda 'hastalık' ve 'kriz' beklentilerinin ısrarla genetik alışkanlık haline getirilmek istendiğine tanık oluyoruz. Bu süreçte, Türkiye'nin bir türlü normalleşmesi sağlanamıyor, sağlıklı beslenme ve büyümesi gerçekleşemiyor. 62 yıllık demokrasi tarihimiz kimi zaman fiili, kimi zaman postmodern, kimi zaman da sanal darbe ve müdahalelerle defolu olarak arkamızda duruyor. Demokratikleşme sürecimiz tıkanıyor, şekil değiştiriyor ve antidemokratikleşme süreci olarak önümüze çıkıyor.

1980'lerden itibaren küreselleşen bir dünya ve Türkiye gerçekleri ve olağanüstü toplumsal ve kurumsal değişimlere uyarlı olarak temel yasal düzenlemeler yapılması zaruretine rağmen, ülkemiz ters yola girip şoka sokularak 12 Eylül hukuku ve 1982 darbe anayasasına mahkûm edilmiştir. Şekilde her ne kadar halkoyuna sunulsa da bu anayasanın kaynağı halk değil, antidemokratik darbedir.

12 Eylül 1980 sıradan bir tarih değildir: Kendi darbe hukukunu getiren ve bunu siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel tüm alanlara egemen kılan bir anlayışın başlangıcıdır ve halâ bütün kurumlarıyla devam etmektedir. Kurumların ve kavramların birbirine karıştığı, birbirleriyle güç yarışına girdiği bir süreci besleyerek bugünlere taşımıştır. En son yaşadığımız 27 Nisan 2007 elektronik muhtırasından sonra 15 Mart 2008'de yaşanan AKP'nin kapatılmasına yönelik yargı girişimi, 12 Eylül hukuku ve mantalitesinin 21. yüzyıl Türkiye'sinde hâlâ egemen olduğunu ortaya koymaktadır.

15 Nisan 2008 Salı

AMERİKAN KAYNAKLI EKONOMİK KRİZ AVRUYPAYA DA YAYILIYOR

Avrupa'nın hızla gelişen iki ekonomisi Türkiye ve Romanya'ya stagflasyon riskiyle karşı karşıya olduklarına dair bir uyarı geldi. ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal'da yer alan bir analizde Türkiye'de ve Romanya'da enflasyonun diğer Avrupa ülkelerinden çok daha hızlı yükseldiği, bunun yüksek gıda ve petrol fiyatlarının ikincil etkilerinin, yüksek borçlanmaya dayanan gelişen ekonomilerde nasıl daha hızlı yayıldığını gösterdiği yorumu yapıldı. "Yükselen Maliyetler Türkiye ve Romanya için Risklere İşaret Ediyor" başlıklı analizde Türkiye'de mart ayı enflasyonunun yüzde 9,2'ye yükseldiğinin ve beklentilerin daha da kötüye gittiğinin altı çiziliyor. Romanya'da ise tüketici enflasyonu mart ayında yüzde 8'i gördü ve bu da Romanya Merkez Bankası'nın hedefinin iki katına ulaşmış durumda.

14 Nisan 2008 Pazartesi

- İktidar Güdüsü Karakutu.com-Kültür Sanat

- İktidar Güdüsü Karakutu.com-Kültür Sanat
Konumuzla fizik arasında analoji kurmayı sürdürelim. İktidar da enerji gibi, sürekli olarak bir biçimden bir başka biçime geçmektedir ve vu biçim değiştirmelerin yasalarını aramakta sosyolojiye düşer. İktidarın herhangi bir biçimini, hele günümüzde çok yapılageldiği gibi, özellikle iktisadi biçimini ötekilerden ayırmaya çalışmak, uygulama alanında büyük önem taşıyan yanlışlar doğmuştur, hala da doğurmaktadır. İktidar açısında çeşitli toplumlar birbirinden birçok bakımdan ayrılırlar. Önce, bireylerin ya da örgütlerin sahip oldukları iktidar derecesi bakımından ayrılırlar; örneğin, örgütlerdeki artış dolayısıyla Devletin bugün eskisine oranla çok daha fazla iktidara sahip olduğu apaçıktır. Toplumlar birbirinden en etkili örgütlerinin cinsine göre de ayrılırlar: Bir askeri despotizm, teokrasi, plütokrasi, benzerlikleri çok az olan tiplerdir.

- Eduardo Galeano: Onlar Gibi Karakutu.com-Kültür Sanat

- Eduardo Galeano: Onlar Gibi Karakutu.com-Kültür Sanat
Başkalarının özgürlüğüne saygısı olmayan para kazanma hakkı Pinochet’nin diktatörlük yıllarında sınırsızdı ve çevre kirlenmesine büyük katkıda bulunmuştu. Kirletme hakkı, yabancı yatırımcıları kamçılayıcı en temel faktörlerden biri ve en azından, işçilere açlıktan ölmeyecek kadar ücret ödeme hakkı gibi önemli. Tüketici toplum insanları tüketiyor, tüketime zorluyor ve bu arada televizyon, okumuşuna da cahiline de suç işleme kursu veriyor. Gerçek hayatta televizyon taklit ediliyor, sokaklardaki şiddet ve zorbalık televizyonun bir uzantısı. Sokak çocukları suç işleme talimi yapıyorlar ve sokak bu talim için en uygun yer. Bu çocukların insanlık hakları onları hırsızlık yapmaya zorlayacak ve ölüme sürükleyecek dereceye indirilmiş.

CİNLER YAŞIYOR


«Cinler yaşıyor!» Dünyaya şöyle bir göz gezdir ve söyle, her nesnenin içinden bir cin seni seyretmiyor mu? Şu ufacık ve sevimli çiçekten gelen ses, ona bu muhteşem güzellikteki şekli veren Yaradanın sesidir; yıldızlar, kendilerini dizen tinin haberini müjdeliyor, dağların tepelerinden aşağıya doğru yücelik tini esiyor, çağlayan sular özlemin tinini haber ediyor ve - insanların ağzından milyonlarca hayalet konuşuyor. İsterse bütün bu dağlar çöksün, çiçekler solsun, yıldızlar dünyası yıkılsın, insanlar ölsün - nedir görünürdeki bu cisimlerin batması? Göze görünmeyen tin ebedi olandır!

...
Tanrının da insanlığın da işi kendilerine dayanmaktadır, kendileridir. Benim meselem de benim. Tanrı gibi her şey ve hiçim, biriciğim.
...
Eğer Tanrı ve insanlık, sizlerin de doğruladığı gibi, bir bütünlük iseler, benim de onlardan eksik bir yanım yok ve "boş" olduğuma dair bir şikayetim de yok. Ben hiçim derken, boş olduğumu söylemiyorum, bizzat yaratıcı bir hiçim, bir yaratıcı olarak her şeyi yaratan bir hiç.
...
Tepeden tırnağa kadar benim olmayan her işe uğurlar olsun! Sizce benim işim en azından "iyi bir iş" olmalıdır? Nedir iyi iş, kötü iş! İşim demek zaten ben demek'im. Ve ben ne iyiyim, ne de kötü. İyinin de kötünün de benim için hiç bir anlamı yoktur. Tanrının işi, insanlığın işi, gerçeğin işi, iyinin işi, doğrunun işi, özgürlüğün işi ve daha niceleri. Bunların hiçbiri benim işim değildir, benim işim sadece benim olandır ve o genel değil, biriciktir, benim gibi.
...
Hiçbir şey benden üstün değildir! 
...
Biricik olduğumu bildiğim andan itibaren kendimin sahibiyim. Kendine sahip kişi ancak biricikleştiğinde yaratıcı hiçliğine, doğduğu yere geri döner. İster Tanrı olsun ister insan, benden yüksek her canlı biricik olma duygumu zayıflatır ve ancak bu bilincin güneşi karşısında söner. Kendi meselemi biricikliğim üzerine kurarsam, o zaman meselem kendi yaşamını kendisi yaşayan geçici ve ölümlü bir yaratıcının meselesidir. Dolayısıyla ben şunu söyleyebilirim: Meselemi hiçe bıraktım.
...
Ben, halklar ve insanlık ölünce doğarım. (...) Sen ey çilekeş Alman halkım – nedir acın, ıstırabın? Canlanamayan bir düşüncenin acısıdır seninkisi. Daha horoz ötmeden kaybolan hayaletin acısıdır. Yine de kurtuluşun ve mutluluğun hasretini çeker bu hayalet. (...) Kal selametle milyonların rüyası, çocuklarının binyıllık despotu, kal selametle! Yarın seni mezara taşıyacaklar; ve çok yakında kardeşlerin, diğer halklar, ardından gelecek. İşte o zaman insan alemi gömülmüş olacaktır. Ve ben, kendimin sahibi ben, onun gülen kalıtçısıyım! 
...
Gerçeğin kriteri benim, ben ise bir düşünce değilim, düşüncenin üstündeyim yani söylenemez bir şeyim.
...
Biricik bir sözcüktür ve bir sözcüğün altında düşünülecek bir şey olmalıdır, bir sözcük düşünce içermelidir. Oysa biricik düşüncesiz bir sözcüktür, düşünce içermez.
...
Kafanda hortlaklar var; sen kaçıksın be adam! Kafasında büyük şeyler ve tanrılar dünyası kuran ve kurduklarına da inanan sen, hayaletler ülkesi kurup kendini onlara karşı vazifelendiriyorsun, oysa o, sana el sallayan bir idealdir. Senin saplantın var! Şaka ya da mecaz yaptığımı sanma, yüksekliklere tutunanları, insanların büyük çoğunluğunu, neredeyse dünyadaki tüm insanları kararsız deliler olarak görüyorum, tımarhanelik deliler.
...
Benim soyum benim, Ben normsuz, yasasız ve örneksizim.
...
Benden aşağı her gerçeği beğenirim ; benden yüksek ve ona göre yaşamam gereken bir gerçekse tanımıyorum. Bence gerçek yoktur, çünkü hiçbir şey benden üstün değildir!
...
Özgür cesaretle yapmadığım bir şey hakkımın dışındadır, yani yapmasını haklı görmediğim şey hakkım değildir. Neyin haklı olduğuna Ben karar veririm. Benden öte bir hak yoktur. Bence haklı olan haklıdır. (...) Bu egoist haktır.
...
Farklı düşünenler' birbirlerini tahammül ederler. Oysa bir nesne hakkında neden sadece farklı düşüneyim ki, farklı düşünmeyi neden son aşamasına kadar düşünmeyeyim; yani düşünülecek şeyi anlamsızlaştırana dek düşünmek: nesnenin hiçleşmesine ve yokedilmesine dek?
...
En az düşünmek kadar Varlık'ı da aştım. Biri benim varlığım diğeri benim düşüncemdir. Varolmak için her ikisine de ihtiyacım var, binlerce başka şeye ihtiyacım olduğu gibi, diyen Stirner, cümlesini şöyle tamamlar: ... Her şeyden önce ama benim Bana, şu belli olana, Biricik'e ihtiyacım var.
...
Erk ve şiddet sadece bendedir yani güçlü ve şiddetli olandadır.
...
Hakikat, sevgili Pilatus, Tanrı'dır ve hakikati arayan herkes Tanrı'yı arar ve över. Tanrı nerede yaşar? Kafanda; başka nerede yaşayabilir ki?
...
Haklı ya da haksız olduğumu yargılayan benim, benden başka bir yargıç yoktur. Başkaları sadece benim hakkımı onaylayıp onaylamadıklarını ve bunun onlarca da haklı olup olmadığını yargılayabilirler.
...
Bilginin istem olarak doğabilmesi ve özgür kişi olarak kendisini her gün yenilemesi için ölmesi gerekiyor.



Kaynak: - Max Stirner: Der Einzige und sein Eigentum. Reclam - Stuttgart 1981
Max Stirner: Parerga. Kritiken. Repliken. LSR-Verlag, 1986


Çeviri: H. İbrahim Türkdoğan

--
hayatta yalnız olmak, birçok alanda birden olmaktır

13 Nisan 2008 Pazar

Ünlü Yazarlar kovuldu - Soner YALÇIN - Hürriyet

Ünlü Yazarlar kovuldu - Soner YALÇIN - Hürriyet
Gündemde üniversite öğrenci eylemleri var. Her çevre "biz bu filmi görmüştük" diyor! Herkes tarihi kendi gördüğüyle başlatıyor! Osmanlı’da öğrenci eylemleri yok muydu?

Radikal-çevrimiçi / Politika / Yazmak istediğim kitap

Radikal-çevrimiçi / Politika / Yazmak istediğim kitap
Şöyle ki ey Türk halkı, bir toplum, bir azınlığın, diyelim bir genç subaylar azınlığının hilafına parlamenter siyaset yapmaktadır. Bu makûl azınlık sürekli iktidarı uyarır, iktidar çoğulcu değil, küstah ve çoğunlukçu olduğundan bu hassas azınlığa kulak asmaz. Hassas azınlığın da çoğulcu darbe yapmaktan başka şansı kalmaz.
Tek kadehte genç kız uyutan bu mantık sizi ta şuraya kadar götürebilir. Amarikan ordusuna gay'lerin sızdığını düşünürseniz, yakında Amerika'da çoğulculuk adına bir 'gay darbesi' bekleyebilirsiniz mesela. Hoş olurdu. Bu darbe, San Francisco'da ne kadar 'gay bar' varsa, aynı oranda 'gay bar'ın Teksas'ta, Kansas'ta da açılmasıyla neticelenirdi. Amerika'nın neresinde olursa olsun evinden her adım attığında bir 'gay bar' bulup bir-iki tek atmak her gay'in hakkı değil mi? Gay'lerin hayat tarzı tehlikede.
Tennessee'ye Mississippi'ye muhabir gönderdik, inanır mısınız, tek 'gay bar' bulamadık. Bu çoğunluğun diktasıdır. O halde çakalım bir çoğulcu muhtıra, ya da açalım bir çoğulcu dava.

12 Nisan 2008 Cumartesi

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Türkiye'de Müslümanlar baskı altında mı?

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Türkiye'de Müslümanlar baskı altında mı?
Memleketimiz boğazına kadar borç içinde. Batı'dan üç buçuk dolar çekeceğiz diye kırk takla atıyoruz. Hiç kimse bunlara etmeyin, eylemeyin demiyor. Milyonlarca doları götürüp Suudi Arabistan çölllerine gömmeyin demiyor. Oysa Hac'ın başka bir yorumu da var. Bundan 700 yıl evvel Anadolu erenlerinin o büyük Türkmen kocası Yunus Emre söylemiş bunu:
Çalış kazan ye yedir
Bir gönül ele getir.
Yüz Kâbe'den yeğrektir.(daha iyidir)
Bir gönül ziyareti.
Bir yoksulun gönlünü almanın Hac kadar kutsal olduğunu kimse söyleyemiyor.
Sabahın erkeninde her minareden dört mikrofon en yüksek perdeden ezan okuyor. Gece geç yatıp sabah uyumak isteyen vatandaşlara uyku haram oluyor. Ezan insan sesinden başka iletişim vasıtası olmayan bir toplumda önemli idi... Bilal Habeşi çıkıp Araplara, gür sesi ile "Namaz vaktidir, haydin namaza" diye bağırmasa kimse namaz vaktini bilmiyordu. Kendisini atılan taşlardan korumak için de Habeşi iki eliyle yüzünü kapatırdı. Bugün herkesin evinde saati var, çalar saati var, televizyonu var. İsteyen istediği saatte uyanır ve namazını kılar. Hayır ille hoparlörler her yanı çınlatacak... Buna da kimsenin karıştığı yok. Dindarlar ve din nasıl oluyor da baskı altında imiş ben anlamıyorum

Radikal-çevrimiçi / Politika / Dinci demokrasi olur mu?

Radikal-çevrimiçi / Politika / Dinci demokrasi olur mu?
Avrupalılar çok akıllı ve bilge oldukları için "Haydi biraz da laik olalım" demediler. Barışçı bir dünya kurmak için benimsemeleri gereken bir seçenek laiklikti. Modernleşmenin, bireyselleşmenin, demokratikleşmenin yolu laiklikten geçiyordu.
Tabii ki bu konuda Avrupa'dan farklı bir deneyim yaşadık. Avrupa ülkeleri modernleşmenin bir sonucu olarak laikleştiler, biz ise laikleşerek modernleşmeye çalışıyoruz! Barroso'nun dediği gibi, her ülke kendi yolunu çiziyor.

11 Nisan 2008 Cuma

- Dine ve dinsizliğe saygı... Karakutu.com-Kültür Sanat

- Dine ve dinsizliğe saygı... Karakutu.com-Kültür Sanat
Avrupa Birliği’nin, “insanların” daha özgür, daha mutlu, daha zengin yaşaması için devletlerin davranışlarına koyduğu kurallar var.
Bu birliğin üyesi olan devlet, vatandaşlarını ezemez, hırpalayamaz, keyfince cezalandıramaz, onların fikirlerini söylemesini kısıtlayamaz, inançlarını yaşamasını engelleyemez.
Eğer Avrupalı olmak istiyorsanız Türkiye’de yaşayan her bireyin bütün bu haklardan yararlanacağını kabul edeceksiniz.

“Devleti korumak için insanlarımızı öldürürüz, sustururuz, mahkemelerde süründürürüz, onlara işkence yaparız” diyemezsiniz.
Avrupa, bir devletin “ancak kendi vatandaşlarına baskı yaparak” varolabileceğine inanmaz.

Radikal-çevrimiçi / Politika / Sevgili Gandi

Radikal-çevrimiçi / Politika / Sevgili Gandi
Artık zaten siyasi hayaller kuruyorum. Türkiye'deki bütün türbanlılar bir meydanda toplanıyor ve türbanlarını hep birlikte aynı anda çıkarıp atıyor.
Ve bu ülkeye demokrasi gelene kadar bir daha örtünmemeye ant içiyorlar.
Ve saçlarını savurarak, olanca güçleriyle haykırarak, soruyorlar.
İşte türban gitti. Hadi söyleyin, kavga bitti mi? Bitmedi, di mi? Daha yeni başlıyor. Bre hayasızlar söyleyin. Asıl mesele ne? Gerçek derdiniz ne? Söyleyin. Çekinmeyin. Rahat olun. Biz bizeyiz. Avrupa bizi duymuyor. Çok sevdiğiniz milli alacakaranlıktayız.
Çünkü bu savaşı, vicdani zemin kazanan kazanacak. Bir taraf öylesine pişkin ki, bu zemini kazanmak için 'dünya tarihine geçecek' bir vicdani hamle lazım.
Bu çok pişkin birilerini, çok çok sakin, ama çok çok büyük tek bir hamleyle bütün dünyaya rezil etmek lazım.
Türkiye'ye bir Gandi lazım. Artık, buna inanıyorum.

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Ergenekon'un yakın tarihi... Son!

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Ergenekon'un yakın tarihi... Son!
Hayır, maksat 'AKP'den kurtulmak' olunca, gözler bu amaçla bağlanınca, birdenbire hukuk ve Anayasa Mahkemesi ARAÇ haline geldi, neticede Genelkurmay'ın 'Bu seçimi iptal etmezseniz darbe yaparım' diye okunması gereken bildirisinin yarattığı baskı ortamıyla Anayasa Mahkemesi seçimi iptal etti, Türkiye'de parlamentoya karşı bir hukuk darbesi yapıldı.
Bu da altıncı darbeydi, 2001'den beri yaşadığımız.
Şimdi günün sorusu şu: AKP hakkında açılan kapatma davası yedinci bir darbeye dönüşecek mi? Anayasa Mahkemesi, 367 kararında olduğu gibi hukuku araçsallaştırmak isteyenlerin yanında mı yer alacak, yoksa ancak hukuk yoluyla özgür ve demokratik bir ülke olacağımızın bilinciyle mi hareket edecek?

10 Nisan 2008 Perşembe

AKP'den ihraç edilen Çömez: Hesap sandıkta görülmeli - Hürriyet

AKP'den ihraç edilen Çömez: Hesap sandıkta görülmeli - Hürriyet
BAKAN ŞİMŞEK CIA'NIN YEMİNLİ TERCÜMANIYDI

Türkiye’nin en zengin krom rezervlerinin Hakkari’de olduğuna dikkat çeken Çömez, “Dünyanın en zengin çimento ham maddesi Gabar Dağı'nda, dünyanın en zengin altın rezervleri Van’ın Artos Dağı'nda. Kimsenin bundan haberi yok. Avustralyalı firmalar gelmiş taş çekiyoruz diye ülkeyi sömürüyor. Yıllarca İngiliz Tuzu diye bor madenleri kaçırıldı. Ben beni Ankara’ya gönderen iradeye yani halka ihanet etmedim. İngilizler ve Yunanlar Kurtuluş Savaşı’nda silahla yapamadıklarını şimdi Edirne’de çiftçiyi kendi bankalarına borçlandırarak 65 bin dönüm araziyi ipotek ederek yapıyor. Çünkü Türkiye tarımda girdi maliyeti en yüksek ülke haline geldi. Çiftçi artık arazisini satıyor. Türkiye’ye bu yıl Çin'den 40 milyon çift ayakkabı girdi. Peki bizim ayakkabı firmalarımız ne olacak. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek CIA'nın yeminli tercümanlığını yapmıştır. Bütün bunlar Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir sonucudur. Büyük Ortadoğu Projesi Sevr’in devamıdır. Bu proje Kürt devleti kurdurmak için hazırlanmıştır” diye konuştu.

'Ne alçaklığım kaldı ne gayliğim' - Hürriyet

'Ne alçaklığım kaldı ne gayliğim' - Hürriyet
'Ne alçaklığım kaldı ne gayliğim'
Aziz Nesin’in büyük oğlu Prof. Ali Nesin, türbanın serbest bırakılması için bir bildiriye imza atınca Nesin Vakfı’na yapılan yardımlar bıçak gibi kesildi. Yakın dostlarına mektup yazıp çocuklar için yardım isteyen Ali Nesin, “Türban demecim yüzünden Ne i...’liğim kaldı ne alçaklığım” dedi.

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren liberal ideolojiden hoşlanmadı. Devletin ve onu temsil eden yöneticilerin kafalarındaki ‘doğruların’ hayata geçirilmesi idi amaç... Ne var ki bu ‘doğrular’ çoğu zaman büyük bir keyfiliği ima etmekle kalmadı, açıkça evrensel hukuka aykırı yöntemlerle topluma empoze edildi. Bu arada devletin vatandaşlık ideolojisinin gizlice ırk ve kültür temeline dayandırılması, örneğin gayrimüslimlere yönelik yoğun bir ayrımcılığın sistematik olarak uygulanmasına neden oldu.

Milliyet - Erdoğan balkondan düşerken... / Güncel / Milliyet İnternet

Milliyet - Erdoğan balkondan düşerken... / Güncel / Milliyet İnternet
10 yıl önce Erbakan için kurduğum bir cümleyi onun için kurmanın zamanıdır şimdi:
“Yargılayamayanı yargılarlar.”

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Yeni Büyük Buhran'a hazırlıklı olun

Radikal-çevrimiçi / Yorum / Yeni Büyük Buhran'a hazırlıklı olun
ABD ekonomisindeki düşüşü sadece son dakika hamleleriyle geçiştirmeye çalışırken, Büyük Buhran'dan beri en kötü krize tanık olabiliriz. ABD'nin sadece ticaret ve bütçe açığı yok, liderlik açığı da var. Muhtemelen daha uzun ve derin bir düşüş yaşanacak, ıstırabı da tüm dünya çekecek.
Krizin ortaya çıkış ve ele alınış tarzı söz konusu güven eksikliği için yeterli kanıt oluşturmakta. Herşeyin yolunda gittiğine dair gözüpek açıklamaları benzeri görülmemiş ve şeffaf olmayan şirket kurtarmalarıyla faiz oranlarındaki aceleci indirimlerin izlemesi, ABD Merkez Bankası'na ve yönetime ilişkin güvenin dibe vurmasına yol açtı; tıpkı Amerikan bankaları ve risk yönetme yetilerine olan güvenin serbest düşüşe geçmesi gibi.

9 Nisan 2008 Çarşamba

- “Çünkü normal yollardan bunları mümkün değil yani” Karakutu.com-Kültür Sanat

- “Çünkü normal yollardan bunları mümkün değil yani” Karakutu.com-Kültür Sanat
Aslında 12 Eylül darbesinden sonra, sol aydınların ve solun ilk defa devlet karşısında özerklik kazanma ve topluma bakma potansiyeli ve devrimden çok, demokrasiye kafayı takma imkanı doğmuştu. “Bizim darbemiz mi, onların darbesi mi?” diyerek merakla bekleyip, “inşallah bizimkilerin darbesidir” umudunu taşımanın artık pek bir anlam taşımadığı anlaşılmıştı. Bir bakıma sol, mevcut devlete bel bağlamayı bıraktığı gibi, kendi kurgusal -çoğunlukla leninist- devriminin ve de stalinist devletinin de pek matah bir şey olmayacağını tartışır olmuştu. Gene o dönemler, örneğin İtalyan komünist entelektüel Gramsci'nin “hegemonya / karşı hegemonya” kavramsallaştırması ve “sivil toplum” kavramı adeta kurtarıcı gibi imdada yetişmişti. Devrim olacaksa bile, sivil toplum içinde başlamalıydı. Toplum içinde yer edinmeden, toplumla konuşmadan, üç beş öncünün kuracağı savaşkan örgütlerle, parti-cephelerle, kurtuluş ordularıyla devrim mevrim olmayacaktı...

BBCTurkish.com | Haberler | IMF: ABD resesyona girecek

BBCTurkish.com | Haberler | IMF: ABD resesyona girecek
Türkiye de yavaş büyüyecek'

Raporun Türkiye'yle ilgili bölümündeyse geçen yıl yüzde 5 olan büyüme oranının bu yıl yüzde 4'e gerileyeceği, 2009'daysa yüzde 4,3 olacağı tahmin ediliyor.

IMF, bu düşüşün nedenlerine de değiniyor.

IMF'ye göre bu nedenler arasında YTL'nin gücü, 2006 ortalarında alınan kemer sıkma önlemlerinin etkisini yeni yeni göstermeye başlaması ve kuraklığa bağlı olarak tarımsal üretimin düşmesi başı çekiyor.

Radikal-çevrimiçi / Yorum / AKP nasıl kurtulmaz?

Radikal-çevrimiçi / Yorum / AKP nasıl kurtulmaz?
Arslanla tilki ormanda geziyorlarmış. Arslan 'Canım birini dövmek istiyor' deyince tilki yakınlarından geçmekte olan tavşanı işaret etmiş: 'Al, döv!..' Arslan kibirli.. 'İyi de bunu bahanesiz yapmak şanıma yakışmaz... Bana bahane lazım' deyince tilki 'Tasalandığın şeye bak, bundan kolay ne var, bana bırak' deyip tavşanı çağırıp 'Senin niye şapkan yok' diye sormuş, sonra tavşanı pata küte dövüp rahatlamışlar. Aradan birkaç gün geçmiş, gezerlerken arslan gene birini dövmek istediğini söylemiş. Bakmışlar aynı tavşan orada. Çağırmışlar, yine 'Senin niye şapkan yok' demişler, yine dövmüşler. Uzun zaman devam etmiş bu durum. Bir gün arslanın canı yine birini dövmek istemiş. Her zamanki gibi tavşanı çağırmışlar. Ama arslan bu kez 'Yahu hep aynı bahaneyle dövmeyelim' diye hormurdanınca tilki 'Tamam, ben ayarlarım' deyip yaklaşmış tavşana: 'Git bize yoğurt getir!.' demiş.. Tavşan yanlarından uzaklaşırken arslan 'Ne yapmak istiyorsun' dercesine tilkiye bakmaya başlamış. 'Merak etme sen.. Kaymaklı yoğurt getirirse, niye kaymaksız getirmedin diye; kaymaksız getirirse, niye kaymaklı getirmedin diye döveriz' demiş tilki. Arslanın hoşuna gitmiş bu fikir. Ama tam o sırada tavşan dönüp 'Yoğurt kaymaklı mı olsun, kaymaksız mı' deyince tilki ne yapacağını şaşırmış. Öfkeyle 'Gel lan buraya!...' diye bağırıp yanına çağırmış tavşanı: 'Senin niye şapkan yok!..' Girişmişler pata küte!..
AKP elbette tavşan masumiyetinde değil. Ama kapatma davasının toplumda uyandırdığı hisse uygun bir hikâye bu..

Radikal-çevrimiçi / Politika / Makul bir uzlaşma teklifi

Radikal-çevrimiçi / Politika / Makul bir uzlaşma teklifi
Biz hukukun varlığını ve üstünlüğünü kabul edelim. Ama siz de en azından Avrupa Müktesebatı, Türkiye'yi nasıl bölüyor, bunu bir anlatın. Çünkü hakikaten bölüyorsa, AB taraftarı liberal demokratların andıçları yayımlanıyor gazetemizde, gazetelerde. Bu takdirde, bunlar milli güvenliği ilgilendiren çok gizli bilgilerdir. Bakın burada bir şeyi kabul etmenizi de beklemiyoruz. Yalnızca bilmek ve anlamak istiyoruz.
Avrupa düşmanımız mı, değil mi? Yalnızca iki seçenek mi var? Bu bir milli güvenlik politikası mıdır?

Radikal-çevrimiçi / Ekonomi / Cardif Türk insanının tüm borçlarına talip oldu

Radikal-çevrimiçi / Ekonomi / Cardif Türk insanının tüm borçlarına talip oldu
TURKİYEDE SOSYAL DEVLET VAR MI YOK MU ? İŞTE SİZE CEVABI!..

8 Nisan 2008 Salı

EDEP

Dokuz- on yaşlarında falandım.O yaşlarda çok dolanırdım.

Okul harçlığımı çıkarmak için, İstiklal Caddesinde, şimdiki 'Atlas' sineması'nın önünde kapsız 'Teksas- Tommiks' satardım.

Bir gün, bir adam ve bir kadın gördüm. Elele tutuşmuşlardı.

Oradan geçen fötr şapkalı, gravatlı bir amca 'Beyefendi, hanımınıza söyleyin kolunuza girsin' demişti.

Bu gibi durumlar ayıp karşılanırdı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Lunapark'lardaki 'dönen zincir'lere kadınları bindirmezlerdi.

'Korku tüneli' vagonlarına da, karı- koca değilse erkek ve kadını yanyana oturtmazlardı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Meyhanelere ancak kelli felli adamlar girebilirdi. Bu mekanların mutlaka perdesi vardı ve dışarıdan içerisi görünmezdi.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

İstanbul'un mutena semtlerinden Moda'da, Bostancı'da 'Kadınlar Plajı' vardı.

Bu plajlara 'erkek- kadın' girilemezdi. Yasaktı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Açık hava sinemalarında 'Dikkat dikkaaat... Sinemamızın sağ tarafı temamen ailelere ayrılmış bulunmaktadır, tek gelen beylerin aile tarafına oturmaları yasaktır!' anonsları yapılırdı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

'Aile çay bahçeleri' vardı. Bekar kızlar, erkekler alınmazdı. Aileleriyle geldilerse alınırdı. Yoksa girmeleri yasaktı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

İnsanlar ellerinde içki şişesi, uluorta dolaşmazlardı. Mutlaka bir gazeteye sarar, paltosunun koltukaltında gizleyerek evlerine götürürlerdi.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Tanımadığın bir mahalleden sağa sola bakmadan başın önde geçerdin. Eğer 'kıpırdak' olursan mutlaka yolun kesilir, 'hüoop bilader kime bakmıştın' diye sorguya çekilirdin.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Mahalleler tasnif edilmişti.

Ermeni mahallesi, Rum mahallesi, Arnavut mahallesi, Çingene mahallesi.

Rum mahallesinden de geçerken başın önde geçerdin, yoksa 'ızbandut' denilen Rum gençleri yolunu keser, hesap sorarlardı.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Hanımefendiler çarşıya pazara çıkarken mutlaka başörtüsü takarlardı.

Bütün bunlar 'Cumhuriyet Türkiyesi'nde yaşanıyordu.

İnsanlar, fıkaralık dışında hayatlarından memnundular.

O zamanlar Ak Parti diye birşey yoktu. Böyle şeyler 'laikliğe tehdit' olarak algılanmıyordu.

Dokuz- on yaşlarındaydım o zamanlar.

(Not: İnanmayanlar eski, siyah- beyaz Türk filmlerini tekrar tekrar seyredip incelesinler. Vallaha ben o vakitler Ak Parti diye bişey duymadım, görmedim. Bütün bunlardan da 'mahalle baskısı' diye şikayet edildiğini işitmedim. Benim bildiğim şey, tüm bu anlattıklarımın toplamına o zamanlar 'edep' deniyordu...)
HASAN KAÇAN (alıntı)

Milliyet - O alnı dövmeli, eli tabancalı simsiyah adamı hiç unutmayın! / Siyaset / Milliyet İnternet

Milliyet - O alnı dövmeli, eli tabancalı simsiyah adamı hiç unutmayın! / Siyaset / Milliyet İnternet
Demokrasiye, istikrara, barış ve huzura bu kadar açık bir tuzak kurulur mu? Söyler misiniz, bu pis oyuna bir kez daha koyun gibi gelecek miyiz?..
Televizyon kameralarının önünde kurşunu namluya sür, tabancanı doğrult, ateşle ve sonra arkanı dönüp sakin bir havada kaçmaya başla...
Apaçık bir provokasyon değilse nedir bu?.. Hangi tezgahın içinde o simsiyah adam?..
Hangi oyunun figüranı?..
Hangi odakların tetikçisi?..
Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak darbe ortamlarına sürüklemek isteyen odaklar çok mu çaresiz kaldılar, bu kadar mı sıkıştılar mı?

7 Nisan 2008 Pazartesi

- The Guardian: Kemalizm'in moderniteyle ilgisi kalmadı Karakutu.com-Kültür Sanat

- The Guardian: Kemalizm'in moderniteyle ilgisi kalmadı Karakutu.com-Kültür Sanat
AKP'nin uygun kavgayı seçme gibi bir yeteneği var ve bu kavgalar partiye siyasi ivme kazandırıyor. Eski muktedirler kimliklerini modern Türkiye düşüncesine bağladılar, fakat ülkede buna ulaşmak için gayret gösteren herkesi yasakladılar veya hapse gönderdiler. AKP yargıyla bu son savaşı kazanacak kadar akıllı ve bu kavga gerçekten modern, etnik çeşitliliğe sahip bir Türkiye inşa etmek konusunda elini güçlendirir.

Milliyet - Erdoğan, Mao’nun izinde... / Siyaset / Milliyet İnternet

Milliyet - Erdoğan, Mao’nun izinde... / Siyaset / Milliyet İnternet
YILDA 40 BİN BEBEK ÖLÜYOR.
Çocuk ölümleri Yunanistan’da 1000’de 5, Türkiye’de 1000’de 30...
Doğumda anne ölümleri Avrupa’da 100.000’de 5, Türkiye’de 100.000’de 28...
Sağlık Bakanlığı raporları, doğumların artmasının, doğumda ölüm riskini de 2,5 kat artıracağı uyarısı yapıyorlar.
Nüfus artışının getireceği yoksullaşma, istihdam, beslenme, güvenlik vs. sorunları ve bunun sadece ucuz işgücü yaratmaya yarayacağı gerçeğini bir kenara bırakalım; sadece bu veriler bile, Başbakan’ın çağrısının “doğum emri”nden çok “ölüm emri” anlamı taşıdığını ortaya koyuyor.

Fw: [arataer_hukuk_m.g] Türkiye’de “Hukukun Üstünlüğü” Kime Yarar?

 

Sent: Sunday, April 06, 2008 5:58 PM
Subject: [arataer_hukuk_m.g] Türkiye'de "Hukukun Üstünlüğü" Kime Yarar?

Türkiye'de "Hukukun Üstünlüğü" Kime Yarar?

Ocak 28th, 2007 Talha CAN 10450 kez okundu

hukuk2.jpgAnayasal devletin vazgeçilmez unsurlarından biri olan "hukukun üstünlüğü", demokratik ülkelerde meşruiyetin temelini oluşturan "milli irade" ve "insan hakları" arasındaki dengenin sağlanmakla birilikte otoritenin egemenliğinin sınırlandırılması için hayati önem taşır. Demokrasideki 3H (Halkın Halk için Halk tarafından) kuralının teminatı niteliğindeki "hukukun üstünlüğü"nün ıskalanması halinde insan hakları ihlali kaçınılmazdır.
 Türkiye'nin de Anayasa'da belirtildiği üzere bünyesinde barındırdığı hukuk devletinin özelliği; yönetilenlerin, yönetenlerin ve kanun koyucuların hukuk tarafından bağlayıcı oldukları, hukuka bağlı oldukları devlettir. Kanun devletlerinde yönetenler kanunlara bağlı değillerdir. Yani, hukuk devletinde devleti yöneten egemen kanunlardır, kanun devletinde ise egemen yöneticilerdir. Hâl böyle olunca devlet, yönetenlerin makamını dolduran şahısların ve biricik fikirlerinin egemenliği devlet bünyesini işgal ediyor ve yöneticiler üzerindeki yönetim demokrasiden uzaklaşmış oluyor.
 Hukuk devletinde devlet amaç değil araçtır. Kanunlar genel, soyut, sürekli ve öngörülebilirdir. Kanun önünde eşitlik vardır. Devletin hukuku (hikmet-i hükümet) "devletin bekası için" görüşüne dayanıp hukuku ihlal edilebilir görüşüdür. Aslen "devletçi" yaklaşıma dayanır. Devletin hukukunda temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması "beka" kavramıyla meşrulaştırılmış olur. "Kanunlar kendi özel işlevinin çizdiği çerçevede tutunmak bir yana temel amacından tamamen ters istikamette saptırılmış ve hatta kendisini yok etmiş, kullanılmıştır. Bu yüzdendir ki hukuk kendisinden korunmasını beklediğimiz adaleti yok etmeye, saygılı olması gereken hakları da sınırlamaya hatta tahrip etmeye başlamıştır." (Doç. Dr. Zühtü Arslan)
 Özgürlük sarkacına göre olağanüstü hallerde devlet istisnalara başvurarak, hukukun üstünlüğünü ıskalar ve hukuk devletinden, devletin hukukuna bir kayma olur. Olağanüstü hallerdeki bu kayma insan haklarının ve özgürlüklerinin en çok ihlal edildiği ve üstelik meşrulaştırıldığı zamanlardır.
 Hukukun üstünlüğünün vazgeçilmez unsurlarında biri "yargısal denetim"dir. Yargısal denetim idare organlarının her türlü eylem ve işleminin yargıya açık olması demektir. Yargısal denetim, demokrasinin teminatını oluştururken yönetimde şeffaflığı ve insani bir vasıf olan hesap verebilirliği temellendirmekle birlikte, yönetenlerin eylemlerinin sorgulanmasıyla temel hakları ve özgürlükleri güvence altına alır. Yargısal denetim, temel hakların korunması ve kanun önünde eşitliği gerçek anlamda temin eder. ("All animals are equal, but some animals are more equal than others" Animal Farm, kanun önünde eşitliğin gerçekleştirilebilmesi için denetlemenin önemini gayet açık vurgulamaktadır. )
 Buraya kadar anayasal devlet yapılanması içinde demokrasinin uygulanması esasında "hukukun üstünlüğü"nü önemini, hikmet-i hükümet ile olan zıtlığıyla ele alarak bir yelpaze çizdik. Peki, Türkiye bu yelpazenin neresinde? Anayasal devletin gerektirdiği özellikleri ne kadar içselleştirdiği ve özellikle yargısal denetimin uygulanması bu yelpaze için bir ölçü olacaktır. Hukukun üstünlüğü, birey hak ve özgürlüklerinin korunması hangi hallerde ihlal ediliyor, bunlar tek tek sorgulayalım.
 Hukuk devletinde, anayasaya uygunluk, idari işlem ve eylemler için koşulsuz bir şarttır. Yargısal denetim, bu işlem ve eylemlerin anayasaya denetimini sağlayarak hukukun üstünlüğünü sağlar. Fakat "Burası Türkiye, yok öyle!" söylemi gerçekle vuku buluyor, maalesef bizi, hukukun en kritik halkasından; yargısal denetimden vuruyor ve "vesayetçi", "devletçi" "otoriter" söylemlerin gerçekleşmesine neden oluyor. Türkiye'de 4 esasla hukuktan verdiğimiz ödün, insan hak ve özgürlüklerine indirilen birer Zülfikar "darbe"si oluyor.
 Yargısal denetimdeki 4 istisnanın üzerinden durmadan önce, Türk siyasi tarihimizde insanımızın ve demokrasinin en çok tehdit altına sokulduğu, bütün dünya ilerlerken bizim her müdahalede bir on-yirmi sene geri gittiğimiz zamanları hatırlayalım. Sayacağımız bu istisnalar muhakkak ki bu müdahaleleri meşrulaştıran sarsılmaz dogmalar olarak karşımıza çıkacaktır.
Cumhurbaşkanının tek başına aldığı kararların anayasaya uygunluğu sorgulanamaz. Cumhurbaşkanının gerek Bakanlar Kurulu ile aldığı ortaklaşa karaları gerekse tek başına aldığı kararlar yargı denetimine kapalıdır. Sorumlu olmadığı halde yetki sahibi olan cumhurbaşkanı demokrasinin ve siyasi yapının başına gelebilecek kritik sorunlardandır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, özerk bir kurum gibi gözükse de Adalet Bakanlığı'na bağlıdır. Aldığı kararlar yargısal denetime kapalıdır. İtiraz için AİHM'ye gidilir. Örnek olarak Van Başsavcısının meslekten ihracını söyleyebiliriz.
YAŞ Kararları, yargısal denetime kapalı bir başka istisnadır. İtirazı Strazburg Mahkemesine yapılır.
Olağanüstü Hallerde Çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararnameler, anayasaya uygunluğu aranmayan kararlar içermesi açısından yargısal denetime kapalı kararlar içerisinde demokrasiye indirilen "darbe"lerden belki de güçlüsüdür. İnsan haklarının korunmaya en çok muhtaç olduğu dönemlerde, hakları ve özgürlükleri tehlike altına sokması durumu çokça tartışılmaktadır. "Beka" kaygısıyla, vesayetçi bir yaklaşımla çıkarılan bu kanunlar ve ardından gelen uygulamalar demokrasiyi kaçınılmaz bir tehdit altına sokmaktadır.
Beşinci olarak uyarma ve kınama cezalarını da söyleyebiliriz. Yalnız icra olarak pek uygulanmamakla birlikte, yakın zamanda kaldırılacağı beklenmektedir.
"Rousseau'nun Türk Siyasi Yapısına Etkileri" yazısında belirttiğim gibi "Devletin bekası" adına yapılan her türlü icraatların meşrulaştırılması ve böyle bir zihniyetin benimsenmesi Türkiye'de demokrasiye darbe vuran gelişmeleri doğurmuş ve özelliklede "derin devlet"in oluşmasına ve "mafya"nın fikri anlamda beslenmesine sebep olmuştur. Hikmet-i hükümetin altında "devletçilik" anlayışı yatmaktadır. Siyasi yapılanmamıza baktığımızda, Tek partili yönetimin bürokratik yapının konuşlanması tamamlanasıya kadar sürdürülmesi, anayasanın bürokratik ve siyasi çerçevesini tamamlayasıya kadar güçler birliğinin uygulanması, devrimlerde "genel irade" ve "beka" adı altında otorite tarafından yapılan yenilikler, Halk Partisinin korporasist uygulamaları, devlet politikasında solidarizmin benimsenmesi ve "halkçılık" ilkesini şekillendirmesi, vesayetçiliğin bürokratik yapı tarafından özümsenmesi ve anayasanın otoriter siyasi damarı beslemesi "devletçilik" anlayışı üzerinden yapılan icraatlardır. Yargısal denetime kapalı olduğunu gördüğümüz istisnalara ve "devletçilik" anlayışıyla tarihimizde gerçekleşenlere baktığımızda "hukukun üstünlüğünün" ıskalanmasının Türkiye'de kimlere yaradığını görebiliriz.
Siyasi iktidar mücadelesi gölgesinde gelişen bu olguları sosyal, siyasal ve ekonomik yönden değerlendirdiğimizde "hukukun üstünlüğü"nün kimlere yaradığını söylemek, kimlerin yargısal denetime kapalılıktan fayda sağladığını anladıktan sonra çok daha kolay oluyor. Çok fazla değil, Osmanlı'nın son dönemlerinden bu yana baktığımızda, Türkiye'de "hukukun üstünlüğü"nün sağlanması şimdiye kadar mağdur olan özneye; halka fayda sağlayacaktır. Yani; Türkiye'ye…



--
Söz bitmedi, Umut Yaşıyor!

Türkiye 12 Eylül Askeri Darbesiyle beraber farklı bir değişim süreci içine girdi. 1980 yılından itibaren 12 Eylül Askeri yönetiminin İslami bir değişimi benimsediği ve bu doğrultuda Türkiyede ki bazı kesimleri kolladığı ileri sürüldü..Oysaki yaşanan değişim bunun aksini ispatladı..Tüketim kültürünün hakim belirleyen olduğu bir değişim dayatılmaya çalışıldı..Bugün yaşanan budur….Toplumsal doku bugün artık paramparça olmuştur..Türk halkına belli yaşam formları ideal olarak dayatılmaktadır.Belli formların tercih edilmesi halinde ideal bir toplum seviyesine varacağımız hergün medyatik bombardıman altında bize sunulmaya devam ediyor…
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Yasam, Paylasmakla Daha Guzel.
Turkiye 'nin En Kalabalik Hukuk, Kultur ve Sanat Portallarindan
ARATAER_HUKUK_KULTUR_SANAT_PORTALI'na Hosgeldiniz.
Uyelik icin: arataer_hukuk__kultur_sanat_portali-subscribe@googlegroups.com adresine bos bir e-posta gondermeniz ve adresinize gelecek mesaji onaylamaniz ya da ar_ataer@hotmail.com adresine 'UYELIK' konulu mail atmaniz yeterlidir.
Gubumuza mail atin: arataer_hukuk__kultur_sanat_portali@googlegroups.com
Uyelikten Ayrilmak icin arataer_hukuk__kultur_sanat_portali-unsubscribe@googlegroups.com adresine bos bir e-posta gondermeniz ve adresinize gelecek mesaji onaylamaniz yeterlidir.
Daha fazla secenek icin, http://groups.google.com/group/arataer_hukuk__kultur_sanat_portali?hl=tr adresinde bu grubu ziyaret edin.
Ulkemizin Kalkinmasi icin Lutfen Yerli Mali Kullanalim;
Yasama SIMSIKI Sarilmak icin,
Trafik Kurallarina Uyalim; Emniyet Kemerini Takmayi Unutmayalim..
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

4 Nisan 2008 Cuma

Sol kol kopuk yaşamak

Sol kol kopuk yaşamak
Güçlü, çalışkan bir aydın topluluğu seferber solda. Bizim Türkiye’de nicedir eksikliğini duyduğumuz gizilgüç bu işte: Hâlâ İdris Küçükömer’de çıkış noktasını arayan eski solcu yeni liberal aydınlarımızdan tek bir soluklu çalışma çıkmıyor: Solda ve sağda ciddi, medya kuşu kesilmeye hevesli olmayan, kılavuz beyinlere gereksinme duyuyor Türkiye.

Alzheimer’a karşı bir fincan kahve

Alzheimer’a karşı bir fincan kahve
Yağlı yiyeceklerin beyine vereceği hasarı "kafein" önleyebilir ve günde bir fincan kahve içerek Alzheimer’dan korunabilirsiniz.

Kuzey Dakota Üniversitesi araştırmacıları, kan yoluyla beyine zararlı maddelerin geçmesini engelleyen doğal bir mekanizma olan "beyin-kan bariyeri" üzerinde kafeinin etkilerini incelediler. Yüksek kolesterollü besinlerle beslenen tavşanlara günde 3 miligram kafein verildi. Bu, bir insanın günde bir fincan kahve içmesine eşit. 12 hafta sonra kafein alan tavşanların beyin-kan bariyerinin gözle görülür derecede sağlam olduğu görüldü. Böylece kafeinin kolesterolün beyindeki yıkıcı etkisini engellediği anlaşıldı.

Radikal-çevrimiçi / Politika / Kanunlara saygılıyız, yani terörist değiliz

Radikal-çevrimiçi / Politika / Kanunlara saygılıyız, yani terörist değiliz
Evet, bir demokrat devrim yapmak için yola çıkmaz. Devrim demokratın aklında değildir. Ama devrim korkusu demokrat olmayan birilerinin hep aklındadır. Ve onlar, her siyasi hamleyi 'devrim' gibi görür. Bazı rejimlerin en büyük mahareti, en dizginlenemez hırsı, sıradan demokratları, hatta sıradan insanları majinalleştirebilmek, hedef gösterebilmektir.
Demokrat kendini marjinalleştirmez, rejimler demokratı marjinalleştirir. Bu çok mahir rejimlerin adını siz koyun. Ne diyorsanız, isimleri o olsun.
Burada, bir doktorun yapacağı en basit hile yapılıyor. Semptom, teşhis olarak sunuluyor. Semptom tamamıyla doğrudur. Türkiye'de demokratlık artık 'devrimci', hatta anarşizan bir portre çizmektedir. Bu semptoma bakarak hastalığı teşhis edebilirsiniz. Semptom çok tipik, dolayısıyla teşhis basit. Teşhis, Türkiye'de demokrasi yoktur. Bu dünyanın en basit deneyidir. Aynı demokratı al, 'özgür dünyaya' koy, söylediklerine kimse kafasını çevirip bakmaz bile. Çünkü söyledikleri sıradan şeylerdir.

3 Nisan 2008 Perşembe

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Dinin kibri

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Dinin kibri
Dinin bir işlevi de öteki dünya yoluyla insanın ölümsüzlük arzusunu inanılır kılmasıdır. Hangi din ne derse desin Tanrı aslında adalet için vardır. Cennet, cehennem, sırat köprüsü ve birçok dinsel tema bunun içindir. Mutlak sınavın verildiği, tartıya vurulduğu, günah ve sevapların sayıldığı bu yerde zalimi ilahi bir lanet bekler. Tanrı, her türlü hükümrana karşı; "mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var" demek adına vardır. Buradan adalete dönük, insana içkin bir değer üretilir. Her türlü hükümranın kamusal veya özel gücü bu biçimde sınırlandırılırken, Tanrı adına kural koyduğuna veya yürüttüğüne inananları sınırlandıracak -dogmanın kendinden başka- hiçbir kural olamaz. Bu açık tehlike karşısında bağnazlığın sultasından korunmak için dünyevi ve somut bir tarz üretmek kaçınılmazdır.

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Hangi demokrasi?

Radikal-çevrimiçi / Radikal2 / Hangi demokrasi?
Oysa bugünü anlamak için dikkat edilmesi gereken şey, burjuvazinin farklı kesimleri bir taraftan birbirleriyle çatışırken diğer taraftan her iki tarafın da neoliberal ekonomik politikaların hayata geçirilmesi konusunda birbirleriyle tamamen uyum içinde olduğu, buna karşılık mücadelenin siyasal iktidarda kimin hegemonik bir güç olacağı meselesinde ortaya çıktığıdır. Zira bugün iktidar partisi de, iki muhalefet partisi de hem özelleştirme yanlısı, hem neoliberalizm savunucusu, hem IMF ve Amerikancı hem de küresel kapitalizmin aktörü olmaya aday partiler.

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'
Sonuç olarak müfettiş raporu Türkiye’yi parçalamaya yönelik bir kötü niyet girişimi olan Ergenekon çetesinin, ulusalcılık adı verilen kötü niyet siyaseti ile entegre olduğunu; dolayısıyla ulusalcı fikirlerin odağı haline gelmiş olan kurumların, bu fikirler suç teşkil etmese bile, devletin ‘ülkesi ve milleti ile’ bölünmez bütünlüğünün korunması adına acilen kapatılmaları gerektiğini tavsiye etmekte.
(Neyse ki bu ciddi konuya ilişkin olarak biz sıradan vatandaşların da görüşleri dikkate alınabilecek... Çünkü duyduğumuza göre bu kapatma talepleri yakın zamanda referanduma sunulacakmış...)

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'

TARAF - 'Düşünmek Taraf Olmaktır'
Kamuoyunda daha çok Osman Murat Ülke, Mehmet Bal, Halil Savda, Mehmet Tarhan dolayısıyla bilinen, “Savaşa ve askerlik hizmetine karşı duruşun en dolaysız biçimlerinden” olan vicdani redle ilgili İletişim Yayınları tarafından hazırlanan Çarklardaki Kum: Vicdani Red isimli kitap çalışması Türkiye’de bugüne kadar vicdani redle ilgili yayınlanmış en geniş kapsamlı çalışma sayılabilir. Çeşitli dergilerde makale olarak ele alınan ve akademi çevrelerinde de tartışma konusu olan vicdani red ile ilgili bu çalışmada, konuyla ilgili çok sayıda aydınlatıcı makale bulunuyor.

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / AK Demokrat/Kara Jakoben Bejj Herrşeyibilen

Radikal-çevrimiçi / Yaşam / AK Demokrat/Kara Jakoben Bejj Herrşeyibilen
"Yeri gelir: Jakobenim. Yeri gelir: liberalim. Her an gelir: uyarırım. Yeri gelir: evrimciyim. Yeri gelir: koltuğumdan devrimciyim. Kâh inerim yeryüzüne bakarım iddianamenin bezeliğine. Kâh çıkarım gökyüzüne; e madem makulüm, mazbutum, itidal/aklıselim/sabırsabır sahibiyim, nasihatlerimi çakarım-"

2 Nisan 2008 Çarşamba

İslam dünyası neden geri kaldı?

İslam dünyası neden geri kaldı?
İslam dünyası neden geri kaldı?” üzerine yıllardır sürdürülen tartışmaların tek yanıtının olduğunu vurguladı. Altuntaş, “İslamın geri kalmasının tek nedeni, kitaplardan uzaklaşmak, kitap okumamak” diye yazdı

"EŞCİNSELLİK İSLAM'DA CAİZDİर"

Endonezya'da düzenlenen Dinler ve Barış Konferansı'nda "Eşcinsellik İslam'da caizdir" fetvası çıktı.

Endonezya'nın başkenti Cakarta'da 27 Mart'ta düzenlenen Endonezya Dinler ve Barış Konferansı'ndan "Eşcinsellik İslam'da caizdir" fetvası çıktı.

Endonezya içinden ve dışından pek çok İslam uzmanının katıldığı toplantıda konuşan ilahiyat akademisyeni Dr. Siti Musdah Mulia, Kuran'daki Hucurat Suresi'ni esas aldığını ve eşcinselliğin yalnızca şehvetten kaynaklanmadığını vurgulayarak, "Eşcinselliğin Allah'tan geldiğinin, doğal olduğunun göz önüne alınması gerekir. Allah'ın gözünde insanlar dindarlıklarına göre değerlendirilirler" dedi. Pek çok katılımcı da bu görüşe destek verdi.

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Çok ilerici az gericiler

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Çok ilerici az gericiler
İşte empati duymamız beklenen zihniyet ve onun gelecek tasavvuru. Biz iktidarda değilsek, toplum geriye gidiyordur. O halde, onu 'daha az geriye' götürmek bizim görevimizdir. Toplum mühendisliği sahada çalışırken nasıl konuşur, işte örneği.

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Jakoben demokrat!

Radikal-çevrimiçi / Türkiye / Jakoben demokrat!
Mesela Türkiye'de gerçek bir demokrasi yaşanmasını ölmezden önce görmek istiyorum. Mesela bugün 4 yaşındaki oğlumun benim, benden önceki ve sonraki nesillerin yaşadığı aşağılık kompleksini, Batı'da olan şeylere imrenme halini hiç yaşamamasını istiyorum.