23 Temmuz 2008 Çarşamba

Akdeniz’in son darbecileri / RADİKAL 2 / Radikal İnternet

Akdeniz’in son darbecileri / RADİKAL 2 / Radikal İnternet: "Akdeniz’in son darbecileri


Türkiye’de eğer demokratik bir dönüşüm başlayacaksa bunun anahtarı darbecileri yargılamaktan, hesap sormaktan geçer. Tıpkı İspanya ve Yunanistan’da olduğu gibi

Bir dönem New York Times’ın Türkiye muhabirliğini yapan Stephen Kinzer, Türkiye’yi bir Türkiyeliden daha iyi analiz ettiği Hilal ve Yıldız adlı kitabında mealen şöyle yazmıştı: “Türk insanı her darbeden sonra darbeye muhatap olan siyasi oluşuma destek verir. Ardından her seçimde kendi özgür iradesi ile yanlış olduğunu düşünse bile seçimi yapar. Nasıl olsa yaptığı yanlışı bir gün ordu düzeltir diye düşünür.”
Bugüne kadar yaşadığımız üç askeri darbe ve sonrasındaki halkın tepkisini sanırım Kinzer kadar doğru tespit eden yazar azdır. Bu, Türkiye insanı açısından ordunun hâlâ ne anlama geldiği, zihinlerdeki “ne seninle ne de sensiz” anlayışının en net tezahürlerinden biridir. Hâlâ öyle mi? Her ne kadar AB süreciyle başlayan zihniyet değişimi, darbeleri açıktan eleştirenlerin çokluğu, darbe karşıtı birtakım mitingler düzenlense, farklı isimlerde birtakım platformlar ortaya çıksa bile kimse bundan emin değil sanırım. Kamuoyu yoklamalarında farklı dünya görüşlerine sahip insanların TSK’yı hâlâ en güvenilir kurum olarak görmesi de bu zihniyetin hâlâ korunduğunun bir göstergesidir. TSK’nın görevi dışındaki faaliyetlere bulaşmasını eleştirenlerin olmadığını söylemiyoruz tabii ki, ancak Türkiye’de eğer bir darbe olacaksa, sonrasında TBMM’nin etrafını etten duvarla örecek, 1989’daki Pekin Tiananmen Meydanı misali tankların önünde duracaklar vardır mıdır? Ya da Meclisi terk etmeyerek, direnerek, demokrasi adına mücadele edecek siyasiler mevcut mudur? Yoksa insanlar yaptıkları “yanlışın” asker tarafından “düzeltilmesini” normal mi karşılayacaklar?

‘Siviller’ ne kadar sivil?
Türkiye’de şöyle ya da böyle işler kötüye gittiğinde ordunun sahneye çıkmasını bekleyenlerin sayısının hiç de az olmadığı biliniyor. Birtakım mitinglerde toplanan, kendilerince “laiklik” adına kaygı duyanlardan söz etmiyoruz. Çarşıda, pazarda, kahvede, birahanede hasbıhal edenler sözünü ettiklerimiz.
Askeri darbelerin bir yönü silahı elinde bulundurmaksa diğeri de toplumsal zihniyette ve bu zihniyetin oluşturduğu “kurtarıcı” beklentisinde yatıyor. Bu yüzden askeri darbelere hazırlık sürecinde silahlı hazırlık kadar, psikolojik altyapının oluşturulması önemli olmuştur. Zaten toplumun zihnindeki kurtarıcı imgesi silinmedikten, halk askerin artık bir alternatif olmadığı inancına varmadıktan sonra sadece silahlı bir güç değil, silahsız bir güç de çok kolay diktatörlük kurabilir; tıpkı çoğunluk diktatörlüğü gibi. Önemli olan zihinlerde darbe ve kurtarıcı inancının değişmesi, silinmesidir.

Galaksi operasyonu
Avrupa’da, 12 Eylül cuntası sonrası son darbe girişimi (Türkiye’deki postmodernleri saymıyoruz) İspanya’daki Galaksi Operasyonu’dur. 1978’de ortaya çıkarılan ve etkisiz hale getirilen bu oluşumun “derinliği” üç yıl sonra ortaya çıkar. 23 Şubat 1981’de Franco yanlısı Albay Antonio Tejero’nun 200 kişilik bir askeri grupla Meclisi basması komünistlerden sosyalistlere, muhafazakârlara kadar tüm milletvekillerini, parti liderlerini rehin alması, silah zoruyla küçük düşürmeye çalışması Kral’ın direnci ile karşılaşınca ters tepmişti. Kimler yoktu ki o gün Meclis’te; Komünist Parti lideri Santiago Carillo, sosyalist lider Felipe Gonzales, Başbakan Adolfo Suarez.
Kral Juan Carlos’un tek tek bölge komutanlarını arayarak darbenin arkasında olmadığını söylemesi, parti liderlerinin pes etmemesi ne kadar cesur bir hareketse, El Pais’in demokratik sisteme sahip çıkılması yönünde yaptığı yayınların etkisi de bir o kadar önemli olmuştu. 24 Şubat, yani darbe girişiminin bir gün sonrasında İspanya, tarihinin en büyük kitle gösterilerinden birine tanık oldu, on binlerce İspanyol darbeye karşı gösteri yaptı. Yani, birçok sivil toplum örgütünün kimsenin sesinin çıkmadığı bir ortamda Kral’ın girişimi ve on binlerce İspanyol’un sokaklara dökülmesi, İspanya tarihinde yeni bir sayfanın açılmasına vesile olmuştu. Bu tarihi bir andır ve İspanya halkı 24 Şubat sonrası zihninden darbe beklentisini sildi. İspanya’nın önünün açıldığı tarih de aynı tarihtir. Çünkü darbeciler yargılanarak cezalandırıldı ve bir daha böyle bir teşebbüste bulunma gafletine düşmediler. İspanya’nın o günden bu yana aldığı mesafeden söz etmeye gerek yok. O dönemlerde küçük bir çocuk olan Carmen Chacon, şimdi Savunma Bakanı. Üstelik kadın. Üstelik göreve geldiği anda, çalışmak istemediği kuvvet komutanlarını görevden alan bir bakan. Üstelik hamile iken vs. Bu durum, AB’nin İspanya’ya katkısı ve İspanya’nın kaydettiği aşamanın bir göstergesi olsa gerek
İspanyol halkı darbe fikrini zihninden yıllar önce silmiş durumda. Kurtarıcıları demokratik sistem içinde arıyor, kendine güveniyor. Ancak yargılama ve cezalandırmaların altını çizmek gerekir. Çünkü altı cezalandırma ile çizilecek bir tarih de yanı başımızda yaşanmıştı.

Peki ya Yunanistan?
Son Yunan darbesi İspanya’nın aksine daha sert daha vahşi ve acılı gerçekleşmiş, cuntanın faşizan uygulaması yedi yıl sürmüştü.
21 Nisan sabahı tanklar Sintagma Meydanı’na bakan Yunan Parlamentosu’nu kuşatmış, Albaylar Cuntası işbaşına gelmişti. Çocukluk yıllarımızda hafızalarımıza kazınan Papadopulos ismi de o dönemden kalma sanırım. 12 Eylül cuntasını aratmayan Albaylar cuntası Türkiye’nin aksine hiyerarşi dışı bir darbe gerçekleştirmişti. Altı yıl sonra Atina Politeknik Üniversitesi’nde ayaklanan öğrencilerin tanklarla ezilmesi, sonun başlangıcı olmuştu. Cunta içi rekabet Papadopulos’un sonu olmuş, yerine gölge cuntacı başka bir isim getirilmişti: Dimitri Yuanidis.
Darbeciler için sonun başlangıcı Kıbrıs’taki EOKA liderlerinden Nikos Samson’un Atina destekli girişimidir. Makarios’un devrilmesi ve Kıbrıslı Türklere karşı başlayan saldırılar sonucu Türkiye’nin adaya çıkması, hem faşist Samson hem de Atina’daki cuntanın sonunu getirdi. Yunanistan’da süreç farklı işlese, Kıbrıs başarısızlığı cuntanın sonunu getirse de Yunan halkının cuntalara karşı direnmesi ll. Dünya Savaşı’ndaki direniş geleneğinden mi kaynaklanıyordu, bu hâlâ bir soru işareti.
Yunanistan’da o günler, cunta ile birlikte on binlerce insanın tutuklandığı, 6 bin rejim karşıtının adalara sürüldüğü, sağ, sol tüm siyasilerin yurtdışına çıkarak askere karşı muhalefete geçtiği, tüm sanatçıların darbecilere karşı ayağa kalkarak sanatlarını demokrasi için “kullandıkları” yıllardı.

Cezalandırmak yetmez
Cunta 1974’te devrildi. Sonra ne mi oldu? Hepsi yargılandı ve idama mahkum oldu. O dönemde başbakan Kostas Simitis’in “demokrasi intikam almaz sadece geçmişi hatırlatır” diyerek idamları ömür boyu hapse çevirmesi ise darbecileri kahraman olmaktan alıkoymuştu. Papadopulos, 1999’da hapishanede öldü ve bazı isimler hâlâ cezaevinde. Kimse onları hatırlamıyor. Darbenin yıldönümünde Yunan basınında bu konuda haber bile çıkmıyor artık. Ama önemli olan cuntacıların yargılanabilir ve cezalandırılabilir olmasıydı. Bu yüzden Yunanistan’da bir daha kimse darbe yapmaya hatta planlamaya bile kalkışmadı. Toplumun vicdanı bir nebze olsun rahatladı. Ama en önemlisi Yunan toplumu artık askerin politikaya bulaşacağı ya da kurtarıcı olabileceğine yönelik beklenti içinde değil.
Türkiye’de darbe planlayanların ya da gerçekleştirenlerin cezalandırılıp hapse mahkûm edilmediği ve bundan ders almadıkları sürece, “kurtarıcı” imajı sürecek gibi görünüyor. Bu noktada darbelerin önüne geçilmesinin anahtarı, cezalandırmak ve toplumun zihinsel bir dönüşümle, ordudan beklentilerni sona erdirmek olmalı. Bu, askerler kadar askerden fazla askerci olan siviller için de geçerli.
Ayışığı ve Sarıkız ile birlikte Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması da gündeme getirilirse ne âlâ. Yok, yaşadıklarımız sadece basit bir hesaplaşma olarak kısır, günlük siyasi rövanş olarak kalırsa, bugün yanlış yapanların “nasıl olsa ordu gelir düzeltir” mantığını aşmaları daha uzun yıllar alır. Türkiye’de eğer demokratik bir dönüşüm başlayacaksa bunun anahtarı darbecileri yargılamaktan, hesap sormaktan geçer. Tıpkı İspanya ve Yunanistan’da olduğu gibi. Çok büyük beklentiler içine girmeyip “Ergenekon davasını Türkiye’nin demokratikleşmesinde dönüm noktasıdır” naifliğine kapılmadan, en azından bir başlangıç olarak.

METE ÇUBUKÇU: NTV

Hiç yorum yok: