13 Ocak 2008 Pazar

MAMAK CEZAEVİ GÜNLERİ-1

Üç Temmuz 1981 günü MAMAK da bulunan askeri cezaevi savcılığına getirildik. Karar almıştık suçlamaları ret edecektik. Savcının yanına önce Erhan’ı aldılar. On dakika kadar kaldı sonra çıktı. Bir dakika sonra beni aldılar. Savcı binbaşı rütbesinde bir havacı subaydı. İçimden geçirdim: “bizde havacıyız bizi anlar, yardımcı olur diye”. Hiçte öyle olmadığını biraz sonra anlayacaktım. Evrakları gözden geçirdikten sonra bana sandalye’ye oturmamı söyledi. Sonra emniyette alınan ifademin; Çağatay GÜNEL ve Erhan’ın, hakkımda söylediklerini okudu ne diyorsun? Dedi. O sözler emniyette zorla, işkenceyle alınmış ifadeler kabul etmiyorum dedim. Biraz daha ayrıntıya girerek; Ankara da iken ve Malatya’ya gittikten sonraki durumumdan söz etti ve tekrar sordu. Polislerin uydurması kabul etmiyorum efendim. Sonra dışarı çıkmamı istedi. Ben odadan çıktıktan sonra tekrar Erhan’ı aldılar odaya. İki üç dakika kaldıktan sonra Erhan çıktı. Beni tekrar aldılar. Savcı bu defa el yazmalarım ile ilgili sorular sordu.” Polislerin bu bilgileri nereden bulduklarını bilmiyorum, bana zorla yazdırdılar ve Yazıların bana ait olduğunu kanıtlamak için el yazı örrnegimi alarak bilirkişi’ye gönderdiler”, dedim. Savcı çok sinirlenmişti; terliyordu, oturduğu yerden kalkarak üstüme yürür gibi yaptı, sinirle masasında duran su solu bardağı eline aldı bana vuracakmış gibi yaptı. Bende;”efendim şu halime bakın, otuz üç gündür emniyette zorla tutulan bir insan sanırım o koşullardan ve işkenceden kurtulmak için ne söylenirse kabul eder, onun için şu an karşınızda bulunuyorum. Ben suçsuzum.”
Gerçekten o halimizle sokak da bir köşede oturuyor olsam; bana yardıma ihtiyacı olan birisi olarak para bile verirlerdi. Kırk günlük bir sakal, yine o süre içinde kıyafeti değişmemiş ve banyo yapmamış birini göz önüne getirin.
Savcı dışarı çıkmamı söyledi. Koridorda bekliyoruz. Bizi getiren polisler tutuklandınız diyerek gittiler. Bir süre sonra yanımıza bir çavuş ile silahlı iki asker geldi. Çavuş kelepçenin bir ucunu bana bir ucunu Erhan’a takarak yürüyün dedi. Çavuş önde, biz ortada, askerler arkada gidiyoruz. Soramıyoruz da nereye götürüyorsunuz diye. Sessiz düşünerek tahminlerde bulunmaya çalışıyorum.”Savcı suçlu bulup tutukladığına göre, emniyete gitmiyoruz. O halde cezaevine gidiyoruz.” Bir tarardan da kelepçeli halimi düşünüp;”bu ülkeye, devlete ve insanlarına ne zarar verdik ki bu haldeyiz, ülkesini yerleşik düzenin istediği biçimde değilde, farlı bir biçimde sevdiğimiz ve insanlar için daha iyi bir yaşam biçimi istediğimiz için mi?”.Bunları düşünürken ne kadar gittik bilmiyorum. Zaten düşünürken başım önümde etrafa bakmadan yürüyorum. Sanki bu ülke için iyi şeyler düşünmek suç ve bizde bunun suç olduğunu biliyoruz da utancımızdan başımızı öne eğiyoruz. Sonunda bir yere geldik. Etrafı iki metre yüksekliğinde tel örgü ile çevrili eski bir bina. Kapıdan içeri girdik, çavuş kelepçeleri çıkardı bizi orda bıraktı ve gittiler.
Oradaki bazı kişiler etrafımız sardılar; sol mu sağ mı diye sordular. “Sol”. Bazıları bunun üzerine yanımızdan ayrıldılar. Kalanlar; hoş geldiniz! Geçmiş olsun, dediler. Bizi kendi odalarına aldılar. Koğuş hakkında bilgi verdiler. Konuşan “ko-mün” başkanı öğretmen, asteğmen.'di.“Burası subay koğuşu, muvazzaf veya askerliğini yaparken tutuklanmış kişiler var. Diğer bloklardakilere göre çok rahatız. MHP’li ve dinci kişiler de var. Dikkatli olun, zamanla kendiniz insanları tanıyacaksınız. Hangi davadan? TKP.” Komün başkanı da TKP’nin gençlik örgütü olan İGD’den yargılanıyormuş.
“KOMÜN”
“ Harcamalar için gelirleri birleştirerek yaşanılan ortak hayat.”
Bu kısa tanıtım ve diyalog tan sonra, bize kahvaltı hazırladılar. Kırk gün sonra insan gibi bir kahvaltı yaptık. Kahvaltı da; peynir, zeytin, domates, salatalık, süt vardı. En önemlisi çay vardı. Çayı o kadar özlemiştim ki, üstelik cam bardak da içiyoruz. Bütün bu konfor (kırk gün sonra, gerçekten konfor ) bizi şok etmişti. Bir taraftan da kahvaltı sonrası banyo yapmamız için su ısıtıyorlar. Yirmi kiloluk peynir tenekesin de ısıtıyorlar suyu. Bir elektrik kablosunun bir ucuna fiş takmışlar prize giriyor. Diğer ucu açık ve tenekenin içindeydi. Kendi yedek kıyafetlerinden bize; iç çamaşırı ve günlük kıyafet verdiler.
Bütün bu işlemler bittikten sonra bahçeye çıktık.
İnsanlar bahçede yürüyorlardı. “VOLTA ATMAK” bu olsa gerek. Kimisi daire biçiminde turlayarak kimisi tel örgü bitim yerine göre, ileri geri gidip geliyorlardı. Bir tarardan da bizi süzüyorlardı. Bizde(Erhan ve ben) oturduk bir güneş alan yere, güneşlenmeye başladık. Volta atacak halimiz yoktu. Güneşe hasret kalmıştık. Bir tarardan da insanları gözlemliyorduk. Yanımıza komün başkanı geldi. Bahçede dolaşan kişilerle ilgili bilgi vermeye başladı. _Şu şişman, kısa boylu hızlı yürüyen emekli binbaşı. İstanbul’da Yunan konsolosluğuna askeri bilgileri satmış, Genel Kurmay mahkemesinde casusluktan yargılanıyor.
_Şu iki kişi dolaşanlar asteğmen, MHP davasından yargılanıyor.
_ Şu tek dolaşan yaşlı adam Albay, Mersinden gelmiş kaçakçılıktan yargılanıyor. Aynı gruptan bir denizci yüzbaşı ile iki de astsubay var.
_Şu tek dolaşan Havacı asteğmen, tutuklanmadan önce, Sinop cezaevinde görevli savcı imiş. İki sol hükümlünün kaçmasına yardım etmiş güya, Hava kuvvetleri askeri mahkemesinde yargılanıyor. Bizim komün’de.
_Bizim komünde iki asteğmen var birde ben üç kişi, TÖB-DER davasından yargılanıyoruz.
TÖB_DER
“1971"de sendikalar kapatılınca TÖS"ün yerine Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) kuruldu. TÖB-DER TÖS"ün yurtseverlik ve halkçılık mirasını devralarak sürdürdü. TÖB-DER, dönemin Amerikancı generaller hükümeti ve gericiliğin saldırılarıyla karşılaştı. Devrimin rüzgârı henüz dinmediği için TÖB-DER hızla gelişmişse de TÖS"ün ulaştığı etki gücüne ulaşamadı. Bunun iki nedeninden biri dünyada ve Türkiye"de devrim rüzgârlarının dinmesi, ikincisi ise soldaki parçalanmadır. Yazar: Mustafa Selçuk
http://www.devmiting.com/ sitesinden 01.01.2008 tarihinde yazdırılmıştır.”

Koguşdan seslendiler arkadaşlar çay yapmışlar, girdik içeri.”Aslında burada güneşin altında yudumlasaydık çayımızı.” İlk gün kuralları öğreniyoruz yanlış yapmamak lazım. Çaylarımızı içerken “casus” binbaşı girdi içeri. Bizim masaya oturdu. Bir bardak çay da ona verdiler.”Binbaşı hiçbir gruba dâhil değilmiş. Tek başına yiyip içiyormuş.” Bize geçmiş olsun dedi. Hemen kendisini anlatmaya başladı. İftiraya uğradığını çıkınca hesap soracağını küfürlerle karışık anlattı. Çayını içtikten sonra da duş almaya gitti. Biz tekrar bahçeye çıktık. Ha söylemeyi unuttum. Bahçemizde iki metre kare havuzumuz bile var. Erhan bir ara, bu binbaşı ile ben konuşayım, sen tanıyıncaya kadar uzak dur dedi.
Kaldığımız yer; daha önce revir olarak kullanılıyormuş. Binbaşı duşunu aldıktan sonra yanımıza geldi. Ben, tuvalete gitmem lazım deyip, kalktım koğuşa gittim. Onları yalnız bıraktım. Salı sabahı kahvaltıdan sonra, iki asker geldi Erhan la beni aldılar, kelepçeleyip sorgu hâkimliğine götürdüler. Sorgu hâkimliği geçici mahkeme gibi işlev görüyordu. Sorgu hâkimi, polis ifadelerimiz ve savcılık ifadelerimizi okudu, kabul etmedik suçlamaları. Tutuklanmamıza karar vererek gönderdi. Tekrar koğuşa geldik. Böylece dört buçuk yıllık tutukluluk süreci başlamış oldu.
Bizim komündeki arkadaşların yanına gittim. Akşam yemeği için hazırlık yapıyorlar. Bizim koğuş B Blok amirliğine bağlı. Blok amirliğinden görevli bir çavuş; Haftada bir gün koğuştakilerin ihtiyaçlarını liste halinde alıp, şehirden(ANKARA) satın alıp teslim ediyormuş. Bu listeleri de komün sorumlusu yapıp çavuşa teslim ediyor. İhtiyaç belirlemede sınır yok. Çaydan şekere, et den sebzeye, tatlı ve sigaraya kadar. Bir tek içki yok. Koğuşta televizyon bile var.
Şimdi asıl önemli olan para meselesi. Yanımızda çok az para var. Hepsini komün başkanına verdik. Ziyaret günü Çarşamba günüymüş. Yarın Çarşamba. Eşimle ve oğlumla görüşmeyeli tam kırk beş gün oluyor. Her ikisini de çok özledim. Sağlık durumlarını, ekonomik durumlarını çok merak ediyorum. İkinci gün de insan-ları, buradaki yaşamı ve işkence yorgunluğunu atmakla geçirdik. Sizlere koğuş sayımından bahsedeyim. Sayım, bir sabah birde akşam alınıyor. Sabahları saat on gibi. Tam periyodik bir zaman yok. Nöbetçi subayı, Bloktaki işini bitirdiğinde geliyor. Akşamları ise yemekten sonra yani saat yedi gibi. Sayımı, nöbetçi subayına koğuş sorumlusu veriyor. Koğuş sorumlusu “casus” binbaşı. Nöbetçi subayından beş dakika önce nöbetçi çavuşu geliyor; sayım için hazırlanın diyor. Herkes kapını önünden itibaren koğuş boşluğuna doğru tek sıra oluyor. Nöbetçi subayı girince tekmili çavuş veriyor, koğuş sorumlusu da saymaya başlıyor. Bazı nöbetçi subayları saydırmıyor bile. Çavuş sayıyor, nöbetçi subayına aktarıyor, nöbetçi subayı da iyi akşamlar deyip gidiyor. Koğuşun etrafında gündüz ve gece iki asker sürekli nöbet tutuyor. Koğuştan yüz metre sonra bir vadi başlıyor, tam karşısı da vadi yokuşu. Tepenin arkasında ne var bilmiyorum. Aslında gece kaçmak için ideal.(?)
Çarşamba sabahı herkes erken kalktı ve kahvaltı yaptı. Traşlar olundu temiz kıyafetler giyildi. Bizim üzeri-mizdekiler zaten emanet. Sayımdan sonra görüş başlıyormuş. Tel örgünün koğuş tarafına banklar ve sandal-yeler kondu. Dış tarafında zaten sürekli duran banklar var. Banklar yetmezse koğuştan sandalye veriliyor, nöbetçi askerler eşliğinde. Hatice öğrenebildi mi acaba benim burada olduğumu. Oğlumu getirebilecek mi? Para da lazım. Parası var mı? Saat on gibi ilk ziyaretçiler gelmeye başladı. Koğuş da çaylar demleniyor, ik-ramlar hazırlanıyor ziyaretçiler için. Kimin ziyaretçisi gelmemişse o yapıyor servisleri. Tabii herkes kendi grubuna hizmet ediyor. Öğle oldu, Hatice yok. Gelmeyecek mi acaba. Öğrenemedi sanırım burada olduğu-mu. Tel örgüler çok sık değil. Özellikle görüşün yapıldığı yerde. Özellikle aralanmış sanki. Görüşçüsü gelenler bu aralıklardan tokalaşıyor, kucaklaşabiliyorlar.
Ziyarete gelen tutuklu yakınları; Nizamiye girişinde sıraya giriyorlar; önce temiz eşya kuyruğu, sonra para kuyruğu ve en son kitap kuyruğu. Hepsini aynı saradan alsalar olmaz sanki tam bir işkence. Ziyarete, anne, baba, eş ve çocukları alınabiliyor.

Öğle vaktini biraz geçe Hatice geldi. Kucaklaştık, hal hatır sorduk. Çok zayıflamış. O da beni zayıflamış buldu. Her gün aramışlar beni. İki gün önce öğrenmişler burada olduğumu. Oğlumu getirmemiş görüştür-mezler diye. Temiz kıyafet getirmiş, biraz da para. Görüş akşam beşe kadar devam ediyor.
Saat dört gibi, haftaya Çarşamba görüşmek dileğiyle eşimle vedalaştık. Oğluma selam gönderdim, benim yerime öpmesini söyledim. Eşim ağlayarak, arkasına bakarak gitti. Görüşün en zor kısmı veda kısmı.
Malatya’dan, Ankara’ya yaptırmış eşim atamasını. Ev eşyalarını taşımışlar, akrabaların yardımıyla. ETLİK semtinde apartman girişinin iki kat altında bir eve taşınmışlar. Ev sahibi üst katta oturuyormuş. Bir banka da çalışıyormuş. Ev sahibinin üstünde; Milli Savunma Bakanlığından emekli bir çiftle tanışmış. Ertan teyze ile Kemal amca. Eşime yalnız olduğu için çok yardımcı oluyorlarmış. Akşamları eşim işten gelince yemeği yoktur diye, eşimi yemeğe alıyorlarmış. Oğlumu çok sevmişler. Kemal amca alkol alan birisiymiş. Sabah kahvaltısından sonra içmeye başlarmış. Akşamları bazen gittiklerinde kemal amcanın mezesi olan köftelerden oğluma ikram ederlermiş. Tahliye olduğum gün geçmiş olsuna geldiler. Kendileriyle o zaman tanışmıştım. Kemal amcayı kaybettik. Ertan teyzeyle hala görüşürüz. Ertan teyze İzmir Buca da yalnız yaşıyor. Kemal amca vefat edince Ankara’daki evini satıp oraya yerleşti.
Bu arada ramazan ayı geldi. Bizim komündeki savcı oruç tutmaya başladı. İlk gün akşam yemeğini bizimle yedi. Yemekten sonra komün toplandı, savcını komünden atılması kararlaştırıldı. Daha sonraki günlerde MHP’ lerle yemeye başladı.
Bir gün iki polis getirdiler. Tutuklanmışlar. Biri komiser Diğeri değil. Bir akşam Televizyon izlerken Komisere yakın bir yere, hemen arkasına oturdum. Komiserin adı: Ömer BÜLBÜL’DÜ. Kendi aralarında konu-şuyorlar. Konuştuklarını dinlemeye çalıştım. Ne konuştuklarından öte adamın sesi hiç yabancı gelmiyor. Hafızamı zorladım. Birinci şubeye ilk getirildiğim günü canlandırdım. Evet, evet o.Beni ilk gün sorguya alan ses. Tüylerim diken oldu. Heyecanla yerimden kalktım, Erhan’ın yanına gidip tenha bir yere çağırdım. Ona anlattım. Tamam, panik yapma gergini yaparız dedi.
İkinci ziyaret günü, Tesadüf ya Ömer Bülbül, görüş esnasında yanıma oturdu. Eşime dedim ki; “Bak bu ya-nımda oturan şahıs, birinci şubede TKP masasına bakan komiser. Bana işkence yapan. Ömer Bülbül. Karşı-sında oturanlarda eşi ve kızıdır. Partiye söyle gereğini yapsınlar.”Bütün bu söylediklerimi duyması için yük-sek sesle söyledim. Tabii eşi ve kızı da duydular. “Onların ne suçu varsa.”
Eşim bu gelişinde oğlumu da getirmiş. Ne kadar büyümüş, tombik olmuş. Kucaklaştık sıkıca sarıldık doya-sıya öptüm, oğlumu. Bana yaptığı resimlerden hediye getirmiş. Numune hastanesinin anaokuluna başlamış. İki ay oldu görüşmeyeli. Bana ne zaman geleceksin baba, diyor. Ne zor bir soru allahım. Nasıl verilir bunun cevabı. Eşim oğluma askerlik yaptığımı söylemiş. Beni askerde zannediyor. Peki, ilerleyen zamanlarda, en fazla bir yıl sonra anlayacak asker olmadığımı. Ziyaretime geldiğinde görecek ve bilecek askerlik yapmadı-ğımı. En azından üzerimde asker elbisesi görmeyecek. Sorgulamayacak mı? Çok karmaşık bir duygular içindeyim.

Şimdi gelelim Ömer Bülbül ve arkadaşının neden tutuklandıklarına.
Yıl 1981, yaz ayları. Tüm Türkiye genelinde sıkıyönetim var. Askeri yönetim sol’u yok etmek için Emniyeti geniş yetkilerle donatıyorlar. Ömer Bülbül ve arkadaşı bakın bu yetkileri nasıl kullanıyorlar.
Ömer Bülbül ve arkadaşı sanırım günün yorgunluğunu ve hafta sonu olması nedeniyle efkâr dağıtmak iste-mişler. Ankara_ Eskişehir kara yolu üstünde içkili bir lokantaya gidiyorlar. Orada içkiyi biraz fazla kaçırınca yetkilerini kullanmak akıllarına geliyor. Tam karşı masalarında oturan asker traslı sivil kıyafetli genç bir şahıs ve kız arkadaşı oturuyorlar. Ömer Bülbül genç şahsın kısa saçlı oluşundan şüpheleniyor, yanlarına giderek kimlik kontrolü istiyor. Genç adam;”ben askerim İstanbul’da, nişanlımı ve ailemi görmek için geldim diyor.” Bizimkiler aslında kafayı kıza takmışlar. Bu genç çifti zorla kaldırıyorlar, evinizde arama yapacağız diye arabaya bindiriyorlar. Önce emniyete uğrayıp, askeri orada bırakıyorlar, kızın evine gidiyorlar güya arama yapmak için. Kızın evine gelince, yalancıktan sağı solu dağıtıyorlar. Kıza uygunsuz teklifte bulunuyorlar. Kız kabul etmeyince darp ediyorlar, fiziki zorlamalarda bulunuyorlar. Kızdan istediklerini alamayınca evi terk ediyorlar. Sabah da askeri serbest bırakıyorlar. Asker kendi arabasıyla birliğine katılmak için, Pazar sabahı İstanbul’a giderken yolda kaza yapıyor ve hayatını kaybediyor. Kızda pazartesi günü hastaneye gidiyor maruz kaldığı darp için doktor raporu alıyor. Askerin ailesi de gerekçesiz, oğullarının gözaltına alınmasına karşı şikâyette bulunuyor. Ve bizimkiler, zorla alıkoymaktan ve ölüme sebebiyetten tutuklanıyorlar. İşte size yaşanmış ve tanık olunmuş bir 12 Eylül dramı.
Eşimle üçüncü görüşmemizi burada yapamadık.
Bizim subay koğuşuna getirildiğimiz gün; tutuklu bir astsubayı emniyete tekrar geri götürmüşler. Tutuklanma nedeni askeri malzemeyi evinde bulundurmak. Adı Yener.(soyadını hatırlamıyorum) Yener’i öğle saatine yakın bir zamanda getirdiler. O da bizim komüne dâhil.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra, benim, Erhan’ın ve Yener’in ismini okudu çavuş. Eşyalarınızı toplayın gidi-yorsunuz. Ne oldu şimdi, neden gidiyoruz. Daha alışamamışken. Kimseye bir şey soramıyorsun. Çavuş da bilmiyordur zaten, emir kulu. Eşyalarımızı topladık arkadaşlarla vedalaştık, takıldık çavuşun peşine. Yine Erhan’la beni, Yener’i de tek kelepçelediler. B bloğa geldik. Yüzümüzü duvara dönüp bekletiyorlar. Bir süre böyle bekledik. Sonra çavuş geldi kelepçeleri açtı; beni takip edin dedi. Çavuşun arkasın yürüyoruz, Blok amirinin odasının önünden, önce sola döndük, elli metre gittik, sonra sağa döndük bir o kadar tekrar gittik. Bir kapını önünde durduk. Daha doğrusu, kapı işlevi gören demir parmaklık’dı. Çavuş kapıyı açtı, biz içeri girdik. Burada iki katlı bir demir ranza var. Bütün alan bu kadar, Tuvalet bile yok. Üç kişi burada kalacağız. Eşyalarımızın içinden çarşaf ve nevresim takımlarımız çıkardık. Birer tane de battaniye koymuşlar. Diğer eşyalarımız torbaların içinde. Yerleştik. Birer sigara yaktık. Erhan’la ben altta oturuyoruz. Yenerde üst kata çıktı. İlk gece, Yener üstte, biz sırt sırta altta yattık. İkinci gün karar aldık, dönüşümlü olarak bir kişi üstte yalnız yatacak. Böylece üç günde bir rahat uyumuş olacaktık. Ufacık yerde tabii samimiyet çabuk gelişiyor. Yener İstanbulluymuş. İstanbul’u çok iyi biliyor. Yeni evlenmiş. Nikâhından bir hafta sonra tutuklanmış. Askeri malzemeyi bulundurma olayını anlattı. Bu olaydan dolayı, Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesinde yargılanıyormuş, Oysa kendisi karacıydı.”Soru işareti bir.”
Bizim tutuklandığımız gün onu emniyete alıyorlar. Bu defa sol bir örgüt bağlantısından.”soru işareti iki”
Yener, Halkın sesi örgütünden ayrılarak TKOÇ(Türkiye Kızıl Ordu Çekirdeği) isimli bir örgüt kuruyor. Ör-gütün sadece üç üyesi var. Ankara Abidinpaşa tekel deposu ve Beypazarı tekel deposu soygunlarını gerçek-leştiriyorlar.”soru işareti üç”
Her hafta, pazartesi günleri düzenli olarak, Hava Kuvvetleri Mahkemesine gidiyor. Sabah dokuzda gidiyor, akşam beşte geliyor. Bu tür davalar en fazla beş dakika sürer. “soru işareti dört”
Sohbet arasında, bizden başka bağlantıda olduğumuz kimse var mı sorusunu, satır aralarına sıkıştırıyor-du.”soru işareti beş”
Öğle yemeğini getirdiler. Kapı parmaklığının arasından üç adet, yemekleri koyacakları dört gözlü demir kap uzattılar. Aldık. Yemek kazanlarını getirdiler, yine parmaklıkların arasından kepçeyle bize verdikleri kaplara koydular. Nohut, bulgur pilavı, üzüm hoşafı ve ekmek, verdiler. Sigara altı olsun diye hepsinden ikişer kaşık aldık bıraktık. Yenecek gibi değil. Nerde subay koğuşunda kendi yaptığımız yemekler.
Koridorda bağırarak söylenen komutlar duyuyoruz.
_Üçüncü koğuş görevlisiyim, öğle yemeğimi alabilir miyim, komutanım.(burada komutanım yüksek sesle söylenecek)
Görevli çavuş söylenen komutu yeterince yüksek bulmamış ki tekrar ettirdi. Komut tekrarlandı. Çavuş yine beğenmedi sanırım, yemeğini almaya gelen koğuş görevlisine elini uzat dedi. Görevli uzattı sanırım, saydım beş bir eline, beş de diğer eline cop vurdu. “Bu cop’lar çok fena yakıyor insanın elini, benim de tecrübem oldu ilerde anlatacağım.”Sonra yemeklerini verdi gönderdi. Bütün koğuşlar için aynı işlem yapılıyor. B blok da dokuz adet koğuş var. Sekizinci koğuş da kaçakçıların kalıyor. Dokuzuncu koğuş tecritti. Koğuşun ta-mamını bizim kaldığımız oda gibi, dokuz adet yapmışlar. Deniz GEZMİŞ de bu tecritlerde kalmış. İlerde anlatacağım aynı tecrit de, Erhan’la bende kaldım.
Çaycı servise başladı. İkişer kilo alan çaydanlıklarla dağıtıyorlar çayları. Şekeri ve çayı içindey-di.Koğuşlardaki sayıya ve talebe göre dağıtılıyor. Melami’n bardaklarda içiyoruz çayı burada, kantinden aldırdık. Komün başkanı buraya gelirken biraz para vermişti.

Yemekken sonra gardiyan geldi kapımızı açtı bizi tuvalete götürdü. Her koğuşa bakan bir gardiyan var. Ve her koğuşu bekleyen nöbetçi askerler var. Askerler sürekli değişiyor. Bize başgardiyan bakıyor. Koğuşların anahtarları gündüz gardiyanlarda gece ise sayım alındıktan sonra nöbetçi amirinde kalıyor. Tuvaletten dön-dük. Birer sigara içtik. Benim tekrar tuvaletim geldi. Biraz sabrettim yeni geldik, birde çekiniyorum. Gardi-yanın tepkisinden, tanımıyoruz. Gerçi öğrenmişler bizim astsubay olduğumuzu ama yine de tutukluyuz. Ka-sıklarıma sancılar girdi. Dayanamıyorum, iki büklüm oldum ve damlamaya başladı. Kalktım gardiyan diye seslendim. İki dakika sonra gardiyan geldi, çok sıkıştım tuvalete gitmem lazım dedim. Allahtan bir şey de-medi gitti, anahtarları getirdi, kapıyı açtı. Erhan’la Yener önden gidiyorlar, ben iki büklüm durumdayım, yürüyemiyorum, attığım her adım da damlıyor. Sonun da vardım, sanırım beş dakika falan yaptım tuvaletimi. Gardiyana çok teşekkür ettim. Muhatap olmadı. Odaya girince hemen bir çorap giydim. Benim yazın bile gölgede ayaklarım üşür. Sanırım üşütme sonucunda böyle bir şey yaşadım. Tuvalet dönüşünde banyoyu da gördük. İçerden sesler geliyor. Her koğuş belirli günlerde banyo yapıyor. Bizi henüz götürmediler. Tuvalet dönüşümüzde gardiyan geldi, kapıyı açtı havaya çıkıyorsunuz dedi. Takıldık peşine. Blok amirinin odasına dönmeden demir bir kapıyı açtı içeri girdik. Avlu gibi bir yer. Üç metre boyunda dört duvarla çevrilmiş kare bir yer. Zemin beton. Erhan’la yürümeye başladık, durum tespiti yaptık, Yener’e açık vermek yok”.Polis ne biliyorsa yener de o kadarını bilecek”. Baktım yener başını sağ tarafa eğerek yürüyor. Düşünüyor demek ki. Ama yener koşarken de başını sağa yatırıyor. Daha sonraki günlerde spor için, koşuyordu. Yirmi dakika kadar kaldık havada, sonra döndük yine gardiyan eşliğinde. Hava da iken birde asker eşlik etti. Bizi getiren gardiyan hazırlanın beş dakika sonra banyoya gideceksiniz dedi. Temiz kıyafetlerimi çıkardık, ayağımızda tokyo’lar bekliyoruz. Gardiyan geldi açtı kapıyı, düştü önümüze. Banyoya geldik bizden başka kimse yok. Gardiyan beş dakikanız var dedi. Bir sürü duş yeri var. Duşlukların kapı yerine naylon perde çekmişler. Beş dakika sonra gardiyan uyardı, süre bitti çıkın. Önce Yener, arkasından Erhan en son da ben çıktım. Aslında süreyi sekiz dakikaya çıkardık. Diğer koğuşlara üç dakika veriyorlarmış.
O gece rahat uyuduk. Biraz da ortama alıştık sanırım. Akşam saat on da nöbetçi askerler uyarıyor yatın diye. Ama iki saatte bir nöbet değişikliklerinde uyanıyoruz. Çünkü nöbet değişimleri yüksek sesli komutlarla ve ayak sesleriyle yapıldığından, uyanmamak mümkün değil. Bir de ışıkları kapatmak yasak. O yüzden başımızı kapatarak ya da ışığa ters dönerek uyumaya çalışıyorduk. Zaten bizim odanın kapısı da yok, koridordaki sesleri duymamak mümkün değil. Herkesi gözünün önündeyiz. Yener bazen gülerek; “tavuk” gibi kısıldık burada diyor. Katılmamak mümkün değil, hayvanat bahçesinde; kafes ardındaki maymunlar gibiyiz.
Çarşamba geldi. Bu gün görüş günü. Blok amirliğinden, anons ediyorlar ziyaretçisi gelenleri. Koridorlara hopörler koymuşlar. Oradan dinliyoruz, okunan isimleri. Diğer günlerde, Müzik, marş ve haber yayını yapı-yorlar. Öğleden sonra ismim okundu. Biraz sonra gardiyan geldi kapıyı açtı. Birlikte gittik görüş yerine. Beni içeri soktu. Ara bul ziyaretçini dedi. Kabinler yapmışlar, camekânlı, sağ taratan ya da sol taraftan ko-nuşuyorsun, sonra kulağını konuştuğun yere dayıyorsun ziyaretçinin cevabını almak için. Aynı sistem ziya-retçi tarafında da var. Buldum Hatice’yi, nasılsın iyi misin dedim. Cevabını dinledim, iyiyim, neden burada-sın dedi. Bilmiyorum. Eşim B bloğun içine alındığımızı bilmediğinden oğlumu da getirmiş. Kucağına aldı bana göstermek için. Çünkü camekânlı bölüm bel yüksekliğinden sonra başlıyor. Oğluma öpücük gönderdim. O da bana. Gülümsüyor öyle. Öylesine bir uğultu var ki karşı tarafı duyabilmek imkânsız. Herkes yüksek sesle konuşuyor derdini anlatmak için. Görevli asker bağırdı, boşalt. Süre bitti. Uzatanları, askerler, görüşçüsü görmeyecek şekilde aşağıdan copluyor. Toplam üç dakika kaldık. El işaretiyle vedalaştık. Çıktım odaya geldim. Moralim bozuldu tabi. Hiç görüşmeseydik bundan iyidir. Arkadaşlar gözün aydın dediler. Dalga mı geçiyorsunuz dedim. Bir şey görmedim ki. Komediydi sadece. Hatice, biraz para bırakmış, bir de temiz çamaşır, yatak takımı. Aslında böyle bir görüş, insana moral olacağına, işkence oluyor. Belki de amaç budur. Bu gün hava yok. Görüş günleri yapmıyorlar. Yener’in de ziyaretçisi geldi. Erhan’ın akrabası yok Ankara’da. İstanbul’dan gelecek. O da gelmedi şimdiye kadar. O gün yüreğim pır, pır ederek geçti. Ziyaretçisi gelince insanın, bir an önce dışarı çıkmak istiyor. İddianameyi de yazmamış savcı daha. Erhan’ın savunmasın Halit ÇELENK aldı. Hukuksal süreç ile ilgili bilgileri ondan alıyoruz. Benim savunmamı da kayınbiraderlerimin tanıdığı, tanınmamış iki avukat aldı. Ara sıra hal hatır sormaya ya da moral vermeye geliyorlar.
Sabah altı da çaycı servise başladı. Arkasından kahvaltı dağıtmaya başladılar. Koğuşlardan görevliler çıkı-yorlar, koridorun başından, görevli askerlerden, komut eşliğinde alıyorlar. Kahvaltı için peynir zeytin ya da çorba veriyorlar. Koğuş görevlileri, kahvaltı kapları boşalınca yıkayıp tekrar aldıkları yere bırakıyorlar. Ko-ğuşlarda ger gün değişik tutuklu görevli oluyor. Koridorların paspas işini de tutuklulara yaptırıyorlar. Bütün bu işlemler bitince sayım başlıyor. Sayım; bir nöbetçi subay, bir astsubay ve bir bölük asker eşliğinde yapı-lıyor.
Önce bir numaralı koğuşun kapısın açtılar. Koğuş sorumlusu tutuklu, komutunu veriyor: Birinci koğuş sabah sayımı için görüşlerinize hazırdır komutanım. Çavuş: istikamet bir numaralı havalandırma, marş, marş. Tu-tuklular uygun adım, başları ilerde koşmaya başlıyorlar. Havada üçlü ya da dörtlü(koğuşun az ya da çoklu-ğuna bağlı) sıra olup bekliyorlar. Tutuluların kıyafet, saç sakal kontrolü yapılıyor Çavuş tarafından. Gerekli görülenler ikaz ediliyor. Ya da ikaz edilmeden, coplanıyor veya tokatlanıyor. Çavuş bu görevi diğer askerlere yaptırıyor. Bu işlem bittikten sonra çavuş tekrar talimatını veriyor. İstiklal marşının dördüncü(bu,5.6.7.8.9 da olabiliyor) kıtasına başla. Hep bir ağızdan yüksek sesle okunmaya başlanıyor. Ses tonu düşükse tekrar okutturuluyor. Sonra sayıma başlanıyor. Sayım bittikten sonra, çavuş: istikamet koğuşlar, talimatını veriyor. Yine tek sıra ve uygun adımlarla koğuşlara koşuluyor.
Bizim odaya kadar bütün koğuşlar aynı işlemden geçiriliyor. Bizim odadan sonraki koğuşlara sıra geldiğinde; bizim odanın önünden sayım ekibi geçerken, biz sadece ayağa kalkıp, karşıya bakar vaziyette bekliyoruz. Onlar da bakıp geçiyorlar. Bizim sayım da böyle oluyor. Aynı işlem akşam sayımı için tekrarlanıyor.
Sayımdan sonra havaya çıkarıyorlar koğuşları sırayla. Havada bu defa istinasız herkesi koşturuyorlar marş eşliğinde: “Her Türk asker doğar, Ya da Türk Öğün Çalış Güven.” Sadece doktor raporu olanlar, ya koğuş da kalıyor, ya da havada bir kenarda oturuyorlar.
Bazı günlerde, bu akşam ya da gündüz olabiliyor; sayım esnasında askerlerin bir kısmı, koğuşlar boşalınca arama yapıyorlar. Öyle bir dağıtıyorlar ki, tekrar toplamak baya zaman alıyor.

Günlük gazete alabiliyoruz, paramızla. Önceleri üç gazeteyle başlamıştık. Sonra ekonomik nedenlerle bir gazeteye düşürdük.
Odamızda üçüncü haftayı bitirdik. Yavaş, yavaş gardiyanlar bizimle konuşmaya başladılar. Nöbetçi astsu-bayların bazıları iyi niyetli olduklarını fark ettirmeye başladılar. Kısa boylu şişman bir astsubay vardı. Onun nöbetin de akşamları, bir yemekten sonra birde yatmadan önce tuvalete gidebiliyorduk. Bu bizim için önemli bir ayrıcalıktı.
Bir görüş günü bu şişman astsubay nöbetçiymiş. Eşim, çok ısrar ettiği için oğlumu da getirmiş. Eşim bu şiş-man astsubaydan rica etmiş, oğlum babasıyla görüşsün diye. Benim haberim yok bu olaydan. Görüş bittikten sonra nöbetçi astsubayı beni havalandırmaya çıkardı. Görüş yerine yakındı. Bana, burada bekle dedi. Benim aklıma kötü şeyler geliyor. Çaresiz bekliyorum. Bir baktım astsubayın kucağında oğlum bana geliyorlar. Bana iki dakikan var dedi. Ama oğlum korkmuş sanırım ağlıyor. Neyse, dokunabildim oğluma. Öptüm, kokladım sarıldım. Ağlama dedim ama nafile. Astsubay, aldı oğlumu annesine geri götürdü. Çok mutlu olmuştum. Nasıl teşekkür etsem bilemiyordum. Zaten bu iyiliği yapmamış gibi davranıyordu. Yasak ve çok tehlikeli bir iş yapmıştı. Mesleğinden bile olabilirdi. Daha sonra bu astsubayın bir jesti daha oldu bana. İlerde anlatacağım.
O akşam konuştuk aramızda, subay koğuşuna tekrar alınmamız için dilekçe yazdık. Sabah sayımında Nöbetçi astsubaya verdik. Sonucunu beklemeye başladık. Hala iddianameden haber yok.

MAMAK Askeri ceza ve tutukevinde faal A ve B bloklar var. A blok da güya suçu(?) yüksek olanlar ve yönetici kadrosunda olan tutuklular kalıyor. Birde kapatılan siyasi parti görevlilerinin kaldığı koğuş var. Ama bunlar A ya da B blok da değiller, müstakil bir mekânda kalıyorlar. Ben orayı hiç görmedim.
12 Eylül’ün ilk günlerinde; blok sayısı yukarda belirttiklerimin dışında, C,D,E gibi bloklarda varmış. Bir yıl sonra sadece A ve B bloklar kalmış, ben tahliye oluncaya kadar da devam etti.
Bu gün pazartesi, Yener hava kuvvetleri mahkemesine gitti yine.(?). Yener gittikten sonra, onunla ilgili haf-talık tutum ve davranışlarını değerlendiriyoruz. Yener akşam geldiğinde eşiyle görüştüğünü söyledi. Morali pek yerindeydi. Şarkılar söylüyordu. Türk sanat müziğini güzel söylerdi. Öğle yemeğini de orada yemiş ve eşiyle de görüşmüş. İlginç değil mi. Kusura bakma Yener, seni tanımıyoruz ve böyle düşünmek zorundayız.

Ertesi günü sayımdan sonra bizi havaya çıkardılar. Yener bir gün öncenin moraliyle koşmaya başladı. Spor bile insanın morali yerinde olunca yapılıyor. Bizde birbirimizden bağımsız hızlı yürüyüş yapıyoruz. Yener yokken konuşacaklarımızı konuşmuştuk.
Odamızda sırayla gazeteyi okuduktan sonra günlük yorumlar yapıyorduk. Sonra içimizden biri çocukluk anılarını anlatıyordu. Anlatılacak konular bitince sıra çocukluk anılarımıza gelmişti. Biz tam konuşmaya dalmışken; başgardiyan geldi. Toplayın eşyalarınızı mekân değiştiriyorsunuz dedi. Yarım saat içinde toplan-dık bekliyoruz, birazda heyecanlandık. Kendi aramızda konuşuyorduk; acaba dilekçemizi dikkate alıp bizi tekrar subay koğuşuna mı götürüyorlardı. Başgardiyan geldi, kapıyı açtı gelin bakalım dedi. Takıldık peşine, koridor da sağa döndük gidiyoruz. Hayır, subay koğuşuna değil, blok’un içine doğru gidiyoruz. Banyo ve tuvalet tarafına dönmeden sol taraf da bir koğuş var onun önünde durduk. Gardiyan kapıyı açtı girdik içeri. Vay be, burası tam yirmi kişilik bir koğuş ve biz üç kişi burada kalacağız. Yatak çok isteyen istediği yere yerleşti. Hatta ilerleyen günlerde, can sıkıntısından ve değişiklik olsun diye sık, sık yatak değiştiriyorduk. Burada ranzalar ağaçtan ve yine iki katlıydı.
Artık geleni gideni, olanı biteni takip edemiyorduk. Koğuş kapımız demirden ve kapının dışından açılan bir kapak vardı. Bu kapak dışarıdan açıldığında içerdeki biri başını yaklaştırdığında, dışarıdan sadece gözleri ve burnu görünüyordu. O kadar küçüktü yani. Sayım zamanı kapını ününde sıraya giriyorduk. Çavuş da mazgal kapağını açıp oradan bakıp gidiyordu.
Acaba buraya neden alındık, bu bizim için iyi mi kötü mü? Bizim tüm olan biteni görmememiz için mi yoksa rahat etmemiz için mi? Zaman gösterecek.
Bir hafta sonra, havadan yeni dönmüştük kapımız açıldı, içeri elinde eşyalarıyla biri girdi. Saçları kesikti. Anlaşılan eski tutukluydu. Tıknaz, kısa boylu ama atletik yapılı biri. Bizden yaşlı duruyor, saçları beyazlaşmış ve önden biraz dökülmüş. Kendisine hoş geldin(?) ve geçmiş olsun dedik. Cezaevinde birine hoş geldin demek çok tuhaf oluyor aslında. Ama gelenek işte, sanırım karşı tarafa naziklik olsun diye yapılıyor. Aslında bunu kimse de sorgulamıyor. Hoş bulduk diyor.
A Blok’tan geliyormuş. Eski astsubay’lardan. Zorunlu hizmetini doldurunca istifa etmiş. Tutuklanıncaya kadar bakkal dükkânı işletiyormuş. Astsubay koğuşuna alınması için dilekçe vermiş. DEV-YOL davasından tutukluymuş.

DEV-YOL



“kökeni 1974'lerdeki dev-genç'e dayanan, ilk sayısı 1 Mayıs 1977'de çıkan devrimci yol adlı dergi etrafında örgütlenen grup; büyük bir bölünme sürecine giren sosyalist hareketin dikkatli bir analizini yaparak özgün bir mücadele yaratmayı hedefliyordu. Temel siyasi görevin proletarya partisinin yaratılması olduğunu belirten dev-yol, yaşanılan partileşme sürecinin bilinçli bir mücadele vermeyi ve belirli bir siyaset önermeyi içerdiğini belirtiyordu. "devrimci hareketin, anti-faşist direniş savaşının örgütlenmesi içerisinde gelişeceğini savunan devrimci yol'un pratik politik süreçte beliren ayırt edici çizgileri şunlardı: "1- devrimci güçlerin birliği sorunu sosyalistlerin birliği sorunu değil, faşizme karşı mücadelede birlik sorunudur. 2) devrime önderlik edecek partinin yaratılması sorunu, faşizme karşı devrimci mücadele siyasetinin pratik örgütlenme süreciyle el ele gelişen bir ideolojik netleşme sürecinde çözülecektir. 3) oligarşi ile halk arasındaki çatışma, halk güçlerinin ancak politikleşmiş askeri savaş Stratejisi’ne göre hareket ettirilmesi halinde halkın zaferiyle sonuçlanacaktır. Bu nedenle, (öncünün savaşını halkın savaşına dönüştürmeye yetenekli bağlantı kayışlarını da içine alan) öncü-savaşçı bir partinin yaratılması görevi, devrimcilerin temel siyasi görevidir. Mücadelenin diğer bütün görevleri, bu temel siyasal görevle ilişkisi içinde ele alınmalıdır." 1979'da kendisini THKP-c Türkiye kızıl muhafızları ordusu (THKP-c/TKMO) olarak adlandıran bir grup ayrıldı. 1980 darbesine karşı gerilla örgütlenmesinin başarısızlığı yurtdışında örgütlenme zorunluluğunu doğurdu. 1990'larda yeniden (sonradan bir adım) dergisi etrafında örgütlenen kadrolardan büyük kısmı ÖDP içinde aktif haldedirler. Bunun yanı sıra devrim, yön, özgürlük, devrimci hareket, hareket dergileri de dev-yol geleneğine sahip çıkarak faal olan diğer gruplardır.”
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=dev+yol

Yener’den şüpheleniyorduk, şimdide bu çıktı başımıza. Çaresiz gözlemleyeceğiz. İlk günden sonra yeni gelen arkadaş, A blok’ hakkında küçük bilgiler veriyordu.
“Bütün getirilen(MAMAK CEZAEVİNE) tutuklular, savcılık sorgusundan sonra, A blok da kafes tabir edilen bir yere getirilirlermiş. Kafes, dört yanı demir parmaklıklı bir yer. Genişliği 25 metrekare kadar. Burada sorgusuz sualsiz görevli askerler tarafından cop’landıktan sonra, A ya da B blok’daki koğuşlara gönderilirlermiş.( Bu meşhur “kafesi “Erhan’la bizde gördük ilerde anlatacağım.) A blok da bayanlar koğuşu da varmış. A blok yönetiminin işkence ve baskılarına bayanlar, erkeklerden çok karşı çıkıyorlarmış.”
Yeni gelen, koğuşun içinde “volta” atıyor, gazete okuma sırasının kendine gelmesini bekliyor. Dedim ki:”dolaşma istersen, kitap okumak istersen, verebilirim.” Teşekkür etti oturdu bir yatağın üstüne. Hayatından bezmiş gibi bir hali vardı. Pek konuşkan değildi, sorarsan cevap veriyordu, belki de bizleri tanımaya çalışıyordu. “Belki o da bizden kuşku duyuyordur .” Yapacak bir şey yok; önce şüphelen, sonra karşı taraf kendini tanıtıncaya kadar, güvende kal. Cezaevinin kuralı bu, daha ilerde “savcı asteğmenle ilgili anlatacaklarım” bu kurala uymak zorunda olduğumuza sizde inanacaksınız.
Aslında bu koğuşa getirilmiş olmamız bizim için iyi oldu. İnsanlar daha özgür davranıyorlar, Düşüncelerini fazla denetlemeden söylüyorlar. Bu da kendileri hakkındaki düşünceleri, değerlendirmemize yarıyordu.
Parasızlıktan, filtre siz sigara içmeye başladım. Bir önceki görüşümüzde eşimden ağızlık istemiştim. Çarşamba günü görüşten sonra, akşam sayım alınmıştı; şişman başçavuş mazgal deliğini açtı bana seslendi. Hemen koştum kapıya, baktım yoktu, gitmiş. Sanırım o sırada koridorda birileri vardı. Arkamı döndüm tam yatağıma gidecektim kapıda bir ayak sesi hissettim. Döndüm baktım bizim başçavuş; o zaman ki kâğıt beş liranın içine sarılmış bir şey attı, al bu sesin dedi. Aldım baktım, ağızlık. Hani oğlumu yanıma getirdiğinde, bana bir iyilik daha yapmıştı demiştim, işte buydu. Nasıl sevindim anlatamam, ağızlık ve para aynı anda geliyor. Gerçi para küçük bir miktar ama olsun, manevi değeri önemli.
Ziyaretçilerin Nizamiyede kontrol edilen eşyaları aslında, akşam yemeğinden önce veriliyor. Benim ki özel olduğu için bu saate kaldı.
Subay koğuşu ile Astsubay koğuşunu ayırmışlar. Subay koğuşu B bloğun bahçesinde, Astsubay koğuşunu B blok içinde, hemen girişte soldaki koğuş. Bizi de oraya aldılar. İlk gittiğimiz yerdeki(subay koğuşu) astsubaylar ya da ko-mün’den kimse kalmamış. Denizci Astsubaylara yenileri eklenmiş. Mesut Başçavuş ile Mehmet astsubay. Mesut ağabey ile hemen kaynaştık. Şen, şakacı, hayatı farklı algılayan biriydi. Ziyaret günlerinde morali yerlerde sürünürdü. Hemen bir sonra gerçek yaşama döner, fıkralar anlatır, kendi moralini ve grubun moralini de yüksek tutmaya çalışırdı.
Havaya bahçeye çıkartıyorlar. Subay koğuşunu da aynı zamanda çıkarmışlar(bilinçli yapıldı sanırım). Cürüm(aynı suç-tan ilişkisi olanlar) olanlar hemen yan yana gelip, birlikte volta atıyorlardı. Oh be nihayet ayağımız toprak gördü. Yap-rakları dökülmüş de olsa bir ağaç gördük. Mahkemeye gidip gelen tutuklular gördük. En önemlisi bol oksijen aldık. Havada yarım saat kadar kaldık. Bitiminde herkes kendi koğuşlarına gitti. Neden, nasıl oldu da astsubayları ayırdılar. Kesin kavga dövüş gibi şeyler olmuştur. Kimse bir şey söylemiyor. Ama dediğim nedenlerdense cezayı böyle verirler: Yani bulunduğun koşullardan daha kötü koşullarda yaşamak. Sanırım bu blok amirinin verdiği bir yaptırımdır. Mahkemeden yeni gelen biri vardı, tahliye olmuş. Mesut ağabey ona tembihledi; herkes birbiriyle iyi, sorun yok. Meğer tahliye olanı (HERKESİ DEĞİL, BİLGİ ALMAYI UMDUKLARINI) blok amirliğinde; koğuştaki herkes hakkında bilgi alıyorlarmış.
Mesut ağabeyin amacı, bahçedeki subay koğuşuna tekrar dönebilmekti. Onu en iyi biz anlarız. Az mı dolaştık. Neyse buraya alışmaya ve insanları tanımaya çalışıyoruz. Geldiğimiz koşullardan daha iyi. Sanki bizi bir el ve bir göz sınavdan geçiriyor. Bakalım sırada daha neler var yaşacağımız. Dedim ya, bir hafta sonra B blok bahçesindeki subay koğuşuna aldılar hepimizi.
Eski tanıdıklarımızın bir kısmı buradalar. TÖB-DER’li öğretmen iki asteğmen buradalar. MHP’li asteğmenler buradalar. Casus binbaşı buradaydı. Savcı asteğmen buradaydı. Ömer Bülbül ve arkadaşı ile yeni katılan Enver isimli polisler de buradalar. Yeni gelen emekli bir kurmay albay var. Kim biliyor musunuz: BARIŞ MANÇ O’NUN kayınpederi.
Koğuşun girişinde hemen sağ yanda tuvaletler var, sol yanda da; bu emekli albayın, denizci albayın ve bir iki subayın kaldığı bir oda var. Bunları geçince bizim kaldığımız büyük koğuşa giriliyor. Yaklaşık yüz kişinin kalabileceği altlı üstlü tahta ranzalar var.
Burada size bahsetmeden geçemeyeceğim kişi, HASAN MESCİ yüzbaşıyı duymuşsunuzdur.

(HASAN MESCİ İLE İLGİLİ AŞAGIDA AÇIKLAYICI NOT)

“Biri asıldı, diğeri özgür



Turan YILMAZ

24 yıl önce kahve tarayıp, 5 kişiyi öldüren ve kaçan katliam mahkûmu İsa Armağan aftan çıktı. Armağan'ın suç ortağı Mustafa Pehlivanoğlu ise 22 yıl önce asılmıştı.
Ankara'nın Balgat semtinde 24 yıl önce üç ayrı kahvehaneyi tarayarak beş kişiyi öldüren, 14 kişiyi de yara-layan İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu çok farklı kaderleri yaşadılar. Pehlivanoğlu 22 yıl önce idam edildi. Cezaevinden kaçtıktan 15 yıl sonra yakalanan Armağan'ın idam cezası ise, çıkarılan af yasalarıyla 10 yıl hapise indirildi. Armağan son yasadan da yararlanarak sadece 7 yıl hapiste kaldıktan sonra özgürlüğüne kavuştu.

Beş kişinin öldürüldüğü ‘‘Balgat Katliamı’’nı gerçekleştiren iki ülkücü teröristten Mustafa Pehlivanoğlu idam edilirken, suç ortağı İsa Armağan'ın af yasalarından yararlanarak özgür kalması, Türkiye'deki af uy-gulamalarının garipliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Armağan, hükümetin çıkardığı ve ‘‘şartla tahliye’’ olanağı sağlayan son yasadan da yararlanınca, arkadaşı Pehlivanoğlu'nun idamından 22 yıl sonra, sadece yedi yıl hapiste kaldıktan sonra önceki gün tahliye oldu.

ÇATLI'NIN ADAMI

Bandırma Kapalı Cezaevi'nden önceki gün tahliye edilen Armağan, 24 yıl önce, 10 Ağustos 1978'de, Mus-tafa Pehlivanoğlu, İsmail Köksal ve Fehmi Kandemir ile birlikte, Ankara'nın Balgat semtinde üç ayrı kahvehaneyi tarayarak beş kişiyi öldürüp, 14 kişiyi de yaraladı. Armağan'ın, arkadaşlarıyla birlikte bu cina-yetleri, Susurluk'taki kazada ölen Abdullah Çatlının kurduğu ve kendisinin de Ankara sorumlusu olduğu Türkiye Ülkücü Şeriatçı Komando Ordusu (TÜŞKO) adına işlediği bildirildi.

Armağan, bu davada birlikte idam cezasına çarptırıldığı arkadaşı Pehlivanoğlu ile birlikte, 26 Temmuz 1980'de Mamak Askeri Cezaevi'nden kaçtı. Kaçışın, Cezaevi İç Güvenlik Amiri Yüzbaşı Hasan Mesçi ve bazı görevli erlere rüşvet verilerek sağlandığı öne sürüldü. Yüzbaşı Mesçi bu olay nedeniyle yargılanıp beraat etti.

Pehlivanoğlu, bir süre sonra yakalanıp, 7 Ekim 1980 tarihinde idam edilirken, Armağan sırra kadem bastı. 15 yıllık kaçaklık döneminin ayrıntıları da ancak, 1995'de Almanya'da yakalanıp Türkiye'ye iade edildikten sonra verdiği ifadeyle su yüzüne çıktı.

İfadesine göre, hapisten kaçtıktan sonra İran'a giden Armağan, pasaportundaki vize Şah dönemine ait oldu-ğu için bir süre cezaevinde kaldı. Sonra serbest bırakıldı ve sahte pasaportunun sabıkasız olması sayesinde yeniden Türkiye'ye geldi. Ardından yine İran'a gitti ve kimliğini açıklayarak siyasi sığınma talebinde bulun-du. İran'a saldıran Kürtlerle ilgili bilgi verdiği için serbest bırakıldı.” http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002.05.28.131796.asp
Bir akşam, parmaklıklı koğuş kapısından gün batımını seyrediyordum. Arkam dönük olduğu için tuvaletten çıkan Barış MANÇO’NUN kayınpederi, elini omzuma koydu: “üzülme evladım bu günler de geçer. Yaşın genç, bak ben bu yaşta buradayım.”
Bana moral veriyordu. Babacan ve sevecen tavrıyla. Yüz ifademle ve tavırlarımla öğütlerini önemsediğimi fark ettir-dim. Şimdi gelelim bu yaşlı kurt’un burada ne iş aradığına. Bana anlattığı, kendi ifadeleriyle aktarıyorum.
“ Bir akşam Amerikan Büyük Elçiliğinin verdiği kabul törenine davet edilmiş. Davete icap etmiş. Davette biraz alkolün etkisiyle, Askeri yönetimin ve Kenan EVREN’İN aleyhinde konuşmuş. Kuşlarda(!) bu konuşmaları konseye iletmiş ve tutuklanmış.”
Birkaç gün sonra mahkemesi olduğunu kuvvetle muhtemel tahliye olacağını, Londra da önemli bir işi olduğunu, oraya gideceğini söylüyordu. Bu konuşmaları yaptıktan sonra yanımdan ayrıldı, odasına gitti. Bende koğuşa giderken baktım, sırtını dayamış televizyon seyrediyor. Sabah fark ediyorlar; oturduğu yerde can veriyor. Zannediyorlar ki televizyon seyrederken uyumuş kalmış. Çok kötü oldum. Daha akşam konuşmuştuk. Koğuşumuzdaki doğal ilk ölüm buydu.
İkincisine gelince: Harp Okulu dördüncü sınıf örgencisi dört teğmeni, sol örgütlenme suçlamasıyla getirtmişlerdi. İçlerinden biri tutuklanmasını guru meselesi yapmış sanırım, daha iddianameleri bile hazırlanmamıştı. Bir gece nasıl yaptıysa, ranzanın ikinci katından, çarşafla kendini asmış. Bu olaydan sonra aradan bir ay geçmişti, teğmenler mahkemeye çıktılar ve hepsi tahliye oldu. İşte umutsuzluğa kapılmış gençliğinin baharında bir teğmen ile Strese ve kalbine yenik düşmüş yetmişlik bir demokrat. Suçlu kim? Suçlu MARMARİS de sefa sürüyor.

Hiç yorum yok: