18 Ocak 2008 Cuma

YAŞANAN BAZI OLAYLAR İNSANIN İRADESİ DIŞINDA GELİŞİYOR

Bu olaydan birkaç gün sonra; bir gece tuvaletim geldi, tuvalete gittim. Gece saat iki civarıydı. Tuvalet dönüşünde baktım bizim Yener’le, Savcı asteğmen kafa kafaya vermiş konuşuyorlar. Şeytan dürttü işte; uyku sersemliğiyle ikisine dedim ki:”Birbirinize anlatacak çok şeyleriniz var biliyorum, ama üstlerinize söyleyin sizlerden daha yeteneklilerini göndersinler.” Yürüdüm yatmaya gittim. Artık onlar düşünsünler şimdi.
Gece uykusu kaçanlar, ya da gözlerden uzak birbirlerine anlatacakları olanlar bu saatleri seçiyorlar.
Savcı asteğmenin, savcı olduğuna inananlar: Kendi olaylarını savcıya anlatıyorlar, savcı da onlara savunma yazıveri-yor. Böylece savcı herkesin hikâyesini öğrenmiş oluyor.
Bizim komünde, yemek yapımı ve tedariki konusunda yetenekli bir astsubay arkadaş vardı. Ya yemek yapmaktan zevk alıyordu, ya da zaman geçirmek için çabalıyordu. Yatağının dört tarafını çarşafla kapatmıştı. İçine de elektrik çekmişti. Gece yatağında ya kitap okurdu, ya da ampul’e bakardı. Burada bir “ampul” deyimi var, bunu biraz açmam lazım. Birinin morali bozuk, Canı sıkkın ise, yatağına yatıp ampul’e bakardı. “Ampul” olmuş deyimi böylece koğuşta yer etmişti.
Bu astsubay arkadaş; evli ve iki erkek çocuk sahibiydi. Tutuklanmadan önce biraz çapkınmış. Bir gece dostuyla gece kulübünde eğleniyorlarmış, alkolü fazla kaçırmışlar, bayan arkadaşı başka masadaki erkeklerle ilgilenmeye başlamış. Bizim astsubay arkadaş ikaz etmiş, ama nafile dinletememiş. Bunun üzerine silahını çıkarmış korkutmak amacıyla, tekrar ikaz etmiş. Bayan arkadaşının ilgisini yine kendine çekememiş, bunu üzerine silahını ateşlemiş ve kadın ölmüş. Şimdi bu astsubay arkadaş cinayetten yargılanıyor.
Ziyaret günlerinde eşiyle tartışmalarına çok tanık oldum. Çocukların çok seviyordu, kucağından indirmezdi. O yüzden ziyaret sonrasında yatağına çekilir, ağlar ve ampul olurdu. Bizde bunu bildiğimizden yalnız bırakmaz, meşgul ederdik.
Eşi bir sekreterlik işi bulmuş. Önceleri her hafta ziyarete gelirdi, sonra onbeş günde, daha sonra da ayda bir gelmeye başladı. Ve ikinci bir darbe daha aldı astsubay arkadaş, eşiyle boşandılar. Çünkü on iki yıl ceza almıştı. İlk günlerde bizim ilgilenmemizle iyi gidiyordu, sonra şoka girdi. Ne yemek yapıyor, ne havaya çıkıyor, ne insanlarla konuşuyordu. Yani tam “ampul” olmak üzereydi. Bir gün ilgilenmek için yanına gittim, nefesi kolonya kokuyordu. Çok şaşırdım ne yapacağımı bilemedim. Biraz politik bir yanı olsa kolaydı. Sonra çocuklarını düşünmesini, babası olarak onlara karşı sorumluluğu olduğunu, onlar için ayakta kalması gerektiğini anlattım. Ama ancak bir gün idare ediyordu.
Bu arkadaş, cinayetten yargılandı, ancak politik davadan yargılanan birçok insanlarında, tutukluluk döneminde evlilikleri bitti.
Komiser Ömer Bülbül ve arkadaşı da buradalar. Nedense kötülerle hep tuvalet yolunda karşılaşıyoruz. Yine gecenin ilerleyen saatlerinde tuvaletten dönüyordum: Ömer’in arkadaşı geldi. Girmedim koğuşa, sigaramı çıkardım tam yakacaktım, hemen atıldı “yakayım ağabey” dedi. Yak, bende sizleri yakacağım dedim. Hemen uzaklaştı, benden böyle bir tepki beklemiyordu sanırım. Koğuşa giriş çıkışlarda, kalabalık arasında; omuz atıp rahatsız ediyorduk. O yüzden bizi gördüklerinde durup kenara çekiliyorlardı. Birkaç gün sonra da üç polisi Ankara kapalı cezaevine götürdüler.

Bu arada A ve B bloklarda açlık grevleri başlamıştı. Tutuklulara tek tip kıyafet giydirme zorunluluğu getirilmişti. Sağ görüşlüler ve adli tutuklu denilen; yani politik olmayan(kaçakçı, cinayetten, hırsızlıktan gelenler) teklifi hemen kabul ettiklerinden yönetim, sol görüşlülere şiddet ve işkence uygulayarak, tek tip kıyafetleri zorla giydirmek istiyordu. Onlarda açlık grevine başlamışlardı. Bizim durumumuz subay koğuşunda kaldığımız için farklıydı, aslında zor durumdaydık. Ancak konumumuzu muhafaza etmek için kıyafetleri giydik. Ne de olsa önümüzde daha uzun cezaevi günleri vardı. Tek tip kıyafetle birlikte kısa saç, yani asker traşı zorunluluğu da getirilmişti. Kıyafet giymeyi kabul eden saçını kestirmeyi neden kabul etmesin, saçlarımız da kestirdik.
Saçlarımız kesildikten sonra eşimle görüşmemizde, eşim şok olmuştu. Neden diye sordu, genel politika deyip geçiştirdim. Dikkatli olmamız gerekiyordu, baskılar iyice artmıştı. Bu arada mahkememizde başlamıştı. TKP davasına Ankara 2 numaralı sıkıyönetim mahkemesi görevlendirilmişti. Savcı iddianameyi hazırlayan havacı Binbaşı; Atilla Tülay’dı. Mahkeme başkanı da hâkim Halis BAŞAL’dı. Dava süreci içinde diğer hâkimler birkaç defa değişti. Değişmeyenler; Halis BAŞAL ile üye hâkim İsmet KÜRÜMOĞLU. Diğer üyeler ise; Hâkim Ön Yzb. Orhan KÖPRÜ ve Hâkim üye Kd. Yzb. Durmuş GÖKDERE. Dava sonucunda hakkımdaki suçlamalarla ilgili hükümde imzası olanlar saydığım isimler.
İddianamede hakkımda istenen ceza maddeleri ise şöyleydi: T.C.K. 141.5.132.2, 1402 sayılı sıkıyönetim kanunun 17/1,T.C.K.173/3, 1402 S.K.22.T.C.K.158.2.31.71.74.76. maddeleri.
İlk mahkeme günü çok heyecanlandım. Hayatımda ilk defa yargılanıyordum. Mahkeme salonu; yaklaşık bin kişilik iki katlı kapalı bir spor salonu idi. Salonun tam ortasına mahkeme heyetinin kürsüsünü kurmuşlar. Mahkeme heyeti beş kişiden oluşuyordu. Bir savcı, dört hâkim. Kürsünün en sağında savcı, yanında hâkim üye, ortada başkan ve onun yanında hâkim üye. Kürsünün sol alt yanına da avukatlar için yer ayırmışlar. Ancak avukat sayısı ayrılan yerden çok fazla olduğu için bazıları duruşmayı ayakta takip ettiler.
İlk duruşma günü kimlik yoklaması yaptılar. Ziyaretçilere ayrılan üst kat tamamen doluydu. Duruşmaya tutukluların birinci derecedeki yakınları alınıyordu. Herkes arkaya dönüp üst katta yakınlarını arıyordu. O kadar kalabalıktı ki; ziyaretçin seni görmediği sürece bulmak imkânsızdı. Ziyaretçin eğer oradaysa sen dönüp baktığında o; elini kaldırırsa bulabiliyorduk. İki yüz kişinin kimlik yoklaması ilk gün bitmedi. Bir hafta sonra duruşmaya devam edilmek üzere oturum kapatıldı.

Hiç yorum yok: