12 Şubat 2008 Salı

CİDDİ AMA GÜLÜMSETEN YAZILAR (MİNE G.KIRIKKANAT)

Eski Türk filmlerinin unutulmaz replikleri vardır. Kart sayılacak yaşına karşın saçlarını iki yana örüp, epeyce gelişmiş göğüslerinin üzerine iki de kitap bastırdı mı lise öğrencisi kızı oynayan star, erkek arkadaşıyla hoplaya zıplaya yürürdü. Ama felçli babası ve beyaz başörtülü annesiyle oturduğu fakirhaneye yaklaştıklarında durur, takma kirpikleri ardındaki şehla dana gözlerini süzüp yarım elma şekeri dudaklarını büzerekten: �Mahallemize geldik...� derdi.

Evli olunmayan erkek arkadaşla, mahalleye girilmez, mahalleliye görünülmezdi çünkü.

Ama mahalleye girilmeyen film de günaha girip hamile kalmadan ilerlemezdi. Ve masum genç kız rolündeki kart star, �Mahallemize geldik!�ten en fazla yirmi dakika sonra, tecavüze uğramadan tam önce, saçlarını onurlu bir mücadelede dağıtaraktan �Vücuduma sahip olabilirsin, ama ruhuma asla!� demeyi de ihmal etmezdi.

Türk sinemasında bir senaristin, bir yönetmenin çıkıp bir filminde bu repliği tersine çevirmesini ve tecavüze uğrayacak oyuncuya: �Ruhuma sahip olabilirsin, ama vücuduma asla!� dedirtmesini ummuş, beklemişimdir hep.

Sonunda oldu. Ama sinemada değil, gerçek hayatta...

***


Bakınız 2008 Türkiye�sine. Anayasa�nın değiştirilen iki maddesi ne anlama geliyor sanıyorsunuz? Ne anlama geliyor, küçücük kızların, genç kızların, kadınların kapanması?

Kadını erkekten ayıran tesettür, varsayılan bir taciz, tecavüz ya da kem göz olasılığına karşı �Vücuduma asla!� mesajı değil mi?

Daha doğrusu �Nikâhı basmadan asla!�

Başını bağlamak deyiminin, evlenmek anlamına kullanılması, kadın tesettürüne yabancı olmasa gerek.

Kalıyor geriye, ruh durumları...

Vücut tesettürü, hiç sanmıyorum ki kadınların ruhunu da korusun, sahip olunmaktan.

Hatta tam tersini düşünüyorum.

Tıpkı gözleriyle göremeyenlerin şaşırtıcı işitme yetenekleri geliştirdikleri gibi, cismi namahreme yasaklıların, aşırı duyarlı, dolayısıyla kırılgan bir ruh hali edindiklerine inanıyorum.

Bütün yaşanmamışlıkları, beklenti, özenti, istek ve zaafı yüklenen ruhların çok daha kolay baştan çıkabileceğine, teslim olacağından ise eminim.

Yanılıyor muyum?

Belki.

Ne de olsa ayrı dünyaların insanlarıyız.

***


Benim ütopik dünyamda, ruh ve vücut birbirinden ayrılmaz. Birlikte kırılır ya da direnirler. Vücudun savunması, ruhun savunmasıdır. Ruhun onuru, aynı zamanda vücuda duyulan saygı. Özgürlük ve edep, ikisinin de olmazsa olmazı.

Ayrı dünyalar derken, böyle bir ütopyaya ne yer açmak kolay, ne de yandaş bulmak.

İşte size apayrı bir dünyadan örnek: Fransa�nın daha bir yılını doldurmadan aşk maceralarından yaka silktiği Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, �erkek yamyamı� diye tanınmasına karşı hiç çekinmeden mahallesine getirdiği Carla Bruni�yle evlenmeden 8 gün önce, eski karısı Cecilia�ya bir SMS göndermiş: �Geri gelirsen, her şeyi durdururum!�

Ama reklamcı sevgilisi Richard Attias�la evlilik hazırlığı yapan Cecilia, mesajı yanıtsız bırakmış.

Haber, 700 bin satışlı Nouvel Observateur dergisinin 6 Şubat tarihli internet sayfasında yer alınca, kıyamet koptu. Anlaşıldı ki, Cumhurbaşkanı Sarkozy hâlâ Cecilia�yı seviyor ve Carla Bruni�yle olan aşkı, evliliği, hepsi palavra. Yaralı ruhuna bir teselli aramak, hatta onu tekrar kazanabilmek için kıskandırmaya çalışmaktan ibaret.

***


Kıyamet koptu gerçekten, çünkü Fransa tarihinde ilk kez, bir cumhurbaşkanı bir basın organını �sahtekârlık� suçlamasıyla Ağır Ceza Mahkemesi�nde dava ediyor. Ama Nouvel Observateur tınmadı, �kaynak sağlamdır,� diyor ve haberin arkasında duruyor.

Cecilia�nın boşandıktan hemen sonra Cumhurbaşkanı kocası hakkında neler söylediğini hatırlayın...

Ve Cumhurbaşkanı Sarkozy�nin gerek yeni eşi, gerek geniş mezhebine rağmen sabrı taşan Fransız kamuoyunda düştüğü durumu düşünün.

Cecilia nesine sahip olmuştu acaba Nicolas�nın, ruhuna mı, vücuduna mı?


Hiç yorum yok: