12 Şubat 2008 Salı

DİNİN EMRİ Mİ DEĞİL Mİ?


Dinin emri mi, değil mi? Bu tartışma artık önlenemez...

Altan Öymen

12/02/2008 (2011 kişi okudu)

Türban, Kuran-ı Kerim'in emri mi, değil mi? Türbanla ilgili son gelişmeler, bu soruyu yeniden gündeme getirdi. Bazı yazarlarımız ve siyasetçilerimiz, Kuran'ın geçmişteki ve zamanımızdaki çevirilerinden örnekler vererek böyle bir şey olmadığını yazıp söylediler.
Buna Başbakan'dan ve bazı yazarlardan tepkiler geldi. Tepkilerin özeti şuydu:
- Siz bu din işlerinden ne anlarsınız? Bilmediğiniz şeylere karışmayın...
Oysa, bu konuya karışmak veya karışanları dinleyerek kendi görüşünü oluşturmak, birçok kimse için, artık bir zorunluluk haline gelmiştir.
Nasıl gelmesin ki, başını örtenler adına konuşanlar, başlarını örtmenin gerekçesi olarak, bunun dinin emri olduğunu söyleyip duruyorlar.
Başlarını örtmeyenler, örtmemelerinin gerekçesi olarak, ne söyleyecekler?
Müslüman olmasalar, mesele yok... Hıristiyan, Musevi veya ateist iseler, "Bu konu beni ilgilendirmez" deyip geçebilirler. Ama ya Müslüman iseler, ne diyecekler?..
İş o hale geldi ki, tüm başı açık Müslümanlar, türban yandaşlarının giderek daha da yükselen sesleri karşısında, artık, kendilerini savunmak ihtiyacındadırlar.
O seslerin altında, bazen dolaylı, bazen dolaysız biçimde 'başı açık'ların 'Müslüman olmadıkları' veya en azından 'iyi Müslüman olmadıkları' suçlaması var. Bu suçlamanın altında kalmak istemiyorlarsa, ister dolaysız, ister dolaylı olsun, ona cevap verecek durumda olmalıdırlar.
***
Önceki nesillerin gündeminde böyle şeyler yoktu. Başı açık olanlar, örtülü olanlar hep vardı. Ama, bu konuda tartışma olmazdı. Bugünlerde ise, toplumumuzda bu tartışmanın dışında başka bir tartışma konusu yok.
Ne küresel ekonomik kriz, ne iç ekonomik çalkantı, ne AB süreci, ne işsizlik, ne eğitimsizlik, ne sağlıksızlık...Hepsi rafa kalkmış halde... Varsa yoksa bununla meşgulüz...
Niçin, çünkü iktidardaki partinin gözü, yedi aydan beri, bu türban konusundan başka hiçbirşeyi görmüyor.
O yüzden herkes hazırlıklı olmalı... Hiç beklemedikleri zaman o konudaki sorularla karşılaşabilirler. İş yerlerinde, sokakta, mahallede...
Bazen de evde... Yetişmekte olan, çocukları sorabilirler onlara...
-"Anne, Ahmet'in annesi başını örtüyor. Ahmet diyor ki, Müslümanların başı örtülü olurmuş. Sen niye örtmüyorsun? Sen Müslüman değil misin?.."
Çocuklar aynı şeyi babalarına da sorabilirler:
-"Baba, annem Müslüman değil mi?"
Başı açık Müslüman anneler de, başı açık kadınların Müslüman kocaları da, bu sorulara hangi cevabı vereceklerini düşünmelidirler.
***
Tabii, o arada AKP'li kadın milletvekili politikacılarımızın da, seçmenlerinden gelebilecek soruların cevabını düşünmeleri gerekir.
Meclis'te, türbanı bir 'inanç konusu' olarak savunmuşlar, o konudaki Anayasa değişikliğine 'evet' demişlerdir. Seçmenleri sorabilirler onlara:
- Mademki bu bir inanç meselesidir. Yani dinin emridir. Öyleyse, 'Siz niye başı örtülü değilsiniz?'.
Ne diyeceklerdir?
AKP'nin 'Başını örtmek dinin emridir' diye düşünen erkek milletvekillerinin yanında, 'Ben dinin emirlerini yerine getirmem' mi diyeceklerdir?
Elbette, öyle şeyler söylemezler. Zaten tavırları da öyle değildir.
Ama o soruya cevap vereceklerse, herhalde, bazı erkek arkadaşlarıyla ters düşme pahasına, dinin emirleri konusundaki kendi algılamalarının, başlarını örtenlerden daha başka olduğunu söyleyeceklerdir.
Sorular daha da derinleştirilirse, onlar da aynı derinlik içinde cevap vermek durumunda kalacaklardır.
Bu açıdan başörtüsü konusunda, şimdi açılmış olan tartışmaları yakından izlemek, konunun çeşitli yanları hakkında bilgi sahibi olmak, onlar için de faydalıdır.
Çünkü işte, manzara ortada... Gündemimizde başka konu yok... Bari herkes o konudaki donanımını artırsın...
Kimse de kimseyi 'Sen bu işe karışma' diye uyarmaya kalkmasın... Çünkü herkesin artık o konuyu iyice anlamaya ihtiyacı var.

'İran Devrimi ve türban
Bugünlerde 'İran Devrimi'nin 29'uncu yıldönümü kutlanıyor. Bu vesileyle komşumuz İran'ın ülkesine ve halkına en iyi dileklerimizi sunarız.
Bu iyi dilekleri, devletin temsilcileri de, İran yetkililerine iletmektedirler. Tabii bunu yaparken, 'İran'ın devrimcileri'nin 'Türkiye'nin devrimi'ne hiç de olumlu bir gözle bakmadığını biliyorlar. Kullanacakları kelimeleri ona göre seçmelidirler.
Her ülkenin 'devrim'leri kendine... Bu gibi durumlarda, ülkeler arasındaki ilişkilerin gene de bozulmaması ve geliştirilmesi, dış politikanın gereğidir. Türk dış politikası da, bu gereği dengeli bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadır.
Ama bu defa bu denge, iki şekilde bozulmuştur.
1- İçişleri Bakanı Beşir Atalay İran'ın bu yıldönümünü kutlarken, "İslam devrimi, İran halkının mücadelesinin sonucudur" gibi gereksiz yorumlar yapmıştır.
2- İran'ın Yezd şehrindeki 'devrim kutlaması' törenlerinde, Türkiye'deki türban konusuyla 'İslam Devrimi' arasında bağlantı kurulmuştur. İran Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Hüccetilislam Biriya, 'İslam'ın Türkiye'de galip geldiği'nin göstergesi olarak tanımladığı o değişikliği şöyle nitelemiştir:
"İran İslam Devrimi'nin 29'uncu yılında, Humeyni'nin İslami değerlerin yayılmasıyla ilgili sözleri gerçek oluyor."
Briya'nın konuşması, haber servislerinde 'Laik güçlere karşı kazanılan önemli bir zafer' yorumuyla yayımlanmıştır.
Kısacası: İran'daki İslam Devrimi yıldönümü ile Türkiye'deki 'laikliğe karşı İslam zaferi' üst üste gelirken, iki ülkeninde 'kutlamacı'ları ölçüyü iyice kaçırmıştır.
***
Biz burada, 29 yıl önceki İran devrimine, Türkiye'nin bugünlerdeki konusu açısından bakalım. 'Türban' açısından...
İran'da Şah Yönetimine karşı oluşan muhalefet cephesinde, komünistlerden liberallere kadar klasik siyasi gruplar ve onlara yakın aydınlar ve gençlerle birlikte, İran'ın güçlü din kesimi vardı.
Din kesiminin lideri Paris'te sürgündeki Ayetullah Ruhullah Humeyni'ydi. Şah'ın İran'ı terk etmesinden sonra, Şubat başında sürgünden döndü. Kendisi dini lider olarak kalmak üzere Kum Şehri'ne giderken geçici bir hükümet kurdurttu.
Bazargan başkanlığındaki hükümetin ilk haftalarında, Tahran'da her eğilimden insanların demokratik gösterileri vardı...
Türban konusunda Ayetullah'ların bir kısmı kadınların örtünmesinin 'devrim gücü'yle sağlanmasını istiyordu. Bir kısmı ise, konuya daha liberal yaklaşıyordu.
Mart ayında giderek hareketlenen tartışma sırasında, başlarını örtmek istemeyen onbinlerce kadın, örtme yanlılarına karşı, büyük kitle gösterileri yaptılar.
Onları haklı bulanlar da oldu. Gazeteler, Ayetullah Talegani'nin 'hicap' (Başörtüsü) konusunda 'zorlama'nın gerekli olmadığını belirten açıklamasını yayımladılar. Bu, örtünmeye karşı olanlarda kısa bir süre için bir rahatlama yarattı.
Fakat onun arkasından büyük bir hayal kırıklığı geldi. Humeyni'nin kararları ve ona bağlı devrim muhafızlarının giderek artan egemenliği sonunda, Talegani gibi Ayetullah'ların yorumları rafa kaldırıldı. Diğer devrimci grupların tümü tasfiye edilirken, kadınların başlarının tamamen örtülmesi kural haline geldi. Bu gelişme de, aşağıdaki fotoğraflarda...




Büyütmek için tıklayınız

DEVRİMİN İLK HAFTALARI:
1- Başı açıkların gösterisi üzerine gazete manşeti: "Hicab (Başörtüsü) için zorlama olmaz"
2- Humeynicilerin örgütlediği başı örtülüler gösterisi.
3- 2004-2005 yıllarındaki liberalleşme: Türban kuralları gevşiyor.
4- 2008'de geriye dönüş: 'Devrimin' yıldönümünde "Başörtüsü yetmez çarşaf gerekli" diyen göstericiler.


Hiç yorum yok: