20 Şubat 2008 Çarşamba

ÇEVİRİde DEVRİM VAR

Çeviride devrim var!

Çeviride devrim var!
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
Dokuz yaşında Rusça öğrendi, 15'inde Lenin'in eşi Nadya Krupskaya'nın hayatını çevirdi. Zeynep Ceren Pehlivan, Moldova anılarını, sosyalizme bakışını yüksek IQ süzgecinden anlattı

16/02/2008 (294 defa okundu)

AYŞEGÜL OĞUZ (Arşivi)
Belge Yayınları, geçtiğimiz günlerde Lenin'in yoldaşı, karısı Nadya Krupskaya'nın, gerçek adıyla Nadejda Konstantinovna'nın hayatını, 'Bir Devrim ve Bir Kadın' kitabıyla okuyucularına sundu. Nadya Krupskaya'nın özel sekreteri, Vera Dridzo tarafından yazılan bu hatıratın, otobiyografik eserin ilgiye mazhar olan bir başka yanı daha vardı: Çevirmeni Zeynep Ceren Pehlivan. 15 yaşında kendisi! Dokuz yaşında öğretmen annesinin görevi gereği başlayan Moldova macerası, dilini bilmediği memleketin okullarında devam edince, üç yılın sonunda Rusça sökmek ne kelime, su gibi Rusça konuşur olmuş.
Türkiye dönüşü Sakarya Valisi'nin ağırladığı Rus heyetlere de gayriresmi tercümanlık yapan Ceren, gizli kahraman 'Anna teyze'nin armağan ettiği Nadya Krupskaya kitabını, binbaşı hekim babası Mehmet Ali Pehlivan'ın da desteğini alarak çevirmeye koyulmuş. TEV İnanç Türkeş Üstün Zekâlılar okulunun yatılı öğrencisi Ceren'le buluşmak üzere Gebze'ye, Muallim Köy'e uzandık, sırtımızı denize verip muhabbete daldık. Moldova'nın izleri, Krupskaya'nın devrimci karakteri ve Zeynep Ceren Pehlivan'ın heyecanlı telaşıyla birleşince uzun bir muhabbete giriştik.
Dokuz yaşında annenle beraber Moldova'ya gitmen nasıl oldu?
Babam askeri doktor. Çorum'da yaşıyorduk. 2001'de Sakarya'ya tayinimiz çıktı, taşınırken haber aldık ki annemin Moldova'ya görevi çıkmış. Moldova'nın nerede olduğunu bile bilmiyoruz. "Bir sonraki haftanın pazartesi günü orada olmak zorundasınız" dediler. Abimle babamı Sakarya'da bırakarak yola çıktık. İlk kez yurtdışına çıkıyorum. Gökdelenler göreceğimi, köpeğimiz, villamızın bahçesinde havuzumuz olacağını düşlüyordum. Hiçbiri olmadı. Annem kimya öğretmeni ve orada bir lisede çalışacaktı. Beni o köydeki Rus devlet okuluna gönderdi. Aslında okula gitmeden evvel Rusça'yı daha iyi öğreneyim diye kreşe gittim. Dört yaşındaki çocuklarla aynı kreşteyim! Kreşten ayrılıp okula gittiğimde orada karşılaştığım insanlar, yıllardır o okulda okuyormuşum gibi davrandılar. İlk dört ay ismim bile sorulmadı. Arka sırada oturuyorum, kimse bir şey sormuyor. 'Türk'üm, yabancıyım' diyorum, kimse aldırış etmiyor. Ruslar çok sert mizaçlı! Eğitim sistemleri çok sert. Doğruyu değil, yanlışı gören bir eğitim sistemleri var. 99 bile alsanız, neden 100 değil diye sizinle didişirler. Öyle olunca da çok bunaldım. Çünkü hiçbir şeyim takdir edilmiyor, ne kadar çabalasam da yaranamıyordum. İkinci yıldan sonraysa okulun en başarılı öğrencisiydim, çok çalışıyordum. Bir Türk kızı olarak Moldova'daki bir okula resmimi de astırdım. İftihar öğrencisiydim artık!
Nadejda Konstantinovna'nın hayatını Rusça'dan çevirdin. O kitabı sana armağan eden Anna Petrovna Kalak kim?
Moldova'da yanında kaldığımız Bulgar asıllı, 75 yaşındaki Anna teyze. Onunla tanışma hikâyemiz çok güzel: Biz Moldova'ya giderken elçilik görevlileri "Orada her şeyiniz hazır, bavulunuzu alın gidin" dedi. Biz Kişinev'e, Moldova'nın başkentine gittik. Dediler ki, "Buradan 120 km. uzaklıktaki köye gideceksiniz." Çok soğuk, ayaz var, her yer karla kaplı, karnım açıkmış, uykum gelmiş ve hiçbir şey hazır değil, ev bulmamız gerekiyor. Annemin çalışacağı okulun tam karşısındaki binanın önünde beyaz gecelikli bir kadın arabanın kapısını açtı, "Çabuk gelin, ısının" dedi. Sobanın kenarında oturduk, yemek yedik, beyaz çarşaflı bir odaya aldı bizi. Üç gün onun yanında kalmaya karar verdik, sonradan üç yıl oldu! Anna'nın eşi kolhoz birliklerinin başındaymış. Anna şunu anlatırdı: "Bu devrim çok kanlı oldu ve biz çok özlüyoruz, tekrar gelse." İnsanlar düşünmeyi unutmuşlar. Birileri onların yerine hep düşünmüş. Komünizm bu. Sadece çalışın, eşit olun. Moldova'da bütün evler yeşile boyalı, evlerdeki duvar saatleri aynı... Moldova fakir bir ülke. Sıcak su yok, banyo yok, tuvalet yok. Evimizin mutfağı bile dışarıdaydı. Türkiye'de insanlar şikâyet ediyor ama bu da bir şey mi! O yoksulluğu görmek beni çok olgunlaştırdı. Burada sorun olarak görülen olguları öyle görmüyorum.
Nadya Krupskaya'nın kişiliği karşısında ne hissettin?
Mütevazılığı çok etkileyici. Yaptıkları için hiçbir zaman mükafat istemiyor. Çok büyük bir erdem. Çoğu zaman çok hırslı olduğumu söylerim. Olacaksa en iyisi olacak, mutlaka bir ödül alacağım. Krupskaya'yı düşündüğüm zaman, ödül almadan da alınabiliyormuş. İç huzur, iç tatmin çok önemli. İnsan bunu fark ediyor. Bu kitabı okuduktan sonra daha mütevazı, ağır, vakur olabileceğimi gördüm.
1917 Ekim Devrimi öncesinde Krupskaya'yla Lenin büyük aşk yaşayıp evleniyorlar. Bütün o kültüre bakıyorsun, büyük Sovyet rejiminin yarattığı kültürün mimarı kadının hayatını çeviriyorsun. 2000'lerde Türkiyeli bir genç kız olarak, dokuz yaşındayken gittiğin Moldova'da da bir tecrübe yaşıyorsun. Sosyalizm fikri sana ne söylüyor?
Tarihe baktığınız zaman Aristo'dan tutun da, zamanın bilginlerine kadar herkes mükemmel devletin çizimini yapmaya çalışmış. Mükemmel bir devlet nasıl kurulur? Birçok sistem kurulmuş, yıkılmış, insanlar üzerinde deneyler yapılmış, gerçek deneyler. İnsanlar sürekli daha iyisini aramaya çalışmışlar. Krupskaya bir mitingde şöyle der: "Biz ekmek yiyoruz da, neden ekmekle peynir yemeyelim?" Bu düşünce yapısı insanları değişik sistemlere aktarmış. Mükemmel devleti aramadaki çalışmalar çok yıpratıcı, çok kanlı olabiliyor.
Lenin senin için nasıl bir figür?
Siyasi özelliklerinden çok, kibar bir beyefendi. Tıpkı Atatürk gibi. Giyimine kuşamına dikkat ediyor. Bütün insanları eşit görüyor. Edebiyata, sanata, müziğe olan ilgisi de çok güzel.
Kitaba yazdığın sunuda Krupskaya'nın hayatının seni nasıl hüzünlendirdiğini, duygulandırdığını ama diğer yandan mukayese ettiğini de yazmışsın. Nasıl bir mukayese bu?
Krupskaya ilk kez işçilerin arasında konuşma hakkını elde ettiğinde büyük bir başarı kazandığını hissediyor ve çok duygulanıyor, ağlıyor. Okulda diplomamı alırken, iftihar öğrencisi olmak beni çok duygulandırmıştı. Krupskaya okuduğu kitapları anlatıyor. Nekrasov'un şiirlerini seviyor. Onun okuduğu şairlerin hepsini okudum. Sonra pek çok Tolstoy kitabı okudum. Önsözde de dediğim gibi gerçekten şikâyet etme hakkımızı sömürüyoruz. Gereğinden fazla şikâyet ediyoruz. İnsanlar doğar, dünyayı kurtarmak, lider olmak ister, sonra hayalleri yavaş yavaş söner, sonra da emekli biri olarak ölür. İnsan hayatı budur. Krupskaya'nın hayatını okurken, dünyayı kurtaracağım deme dönemimdi belki de. Ben de dedim, lider olayım, insanları bir araya toplayayım... Ama şunu gördüm: Bazı şeylere kanaat etmeliyiz. Her zaman bardağın boş tarafını görmemeliyiz. Belki bu kitap bana onu da kazandırdı. Belki de çok mükemmeliyetçi olmak insanları yanlışa götürebilir. İki aydır türbanı konuşuyoruz. Türkiye'de maddi koşullardan dolayı okula gidemeyenlerin sayısı yüzde 30, fakat türbandan dolayı okula gidemeyenlerin sayısı yüzde 1. Bunun sonu yok. Görüyorum ki, bazı şeyleri harcıyoruz, insanlar kendine dönmeli. Henüz 15 yaşında bir insanım, okuyorum, takip ediyorum ve her genç de birazcık kafada karşılaştırmalar yapmalı, hiç olmazsa araştırmalı. İnsanlar komünizmi kabul etmişler, herkes aynı olacak, eşit olacak. Peki oldu mu? Hayır. Hâlâ darmadağınıklar. Şu anda Moldova'nın nüfusu 1 milyon, bir tane bile fabrika yok. Bunun suçlusu kim?
Moldova'da gördüğün yoksulluğa dair en unutamayacağın an ne?
Annemin çalıştığı lisenin gece bekçisi vardı. Çok soğuk bir kış gecesi, belki de eksi 30'du. Anna teyze de kalp rahatsızlığı geçirdiği için başkente gitmişti. Biz annemle evdeydik. Annem o gece mantı yaptı, sıcak sobanın başındayız. Annem bir mantı tabağı hazırladı ve bekçiye götürmemi istedi. Kapıyı çaldım. O kadar kötü bir yerdi ki, kendimi o an kurtarıcı gibi gördüm.
Krupskaya'yla bir benzerliğiniz var: İkinizin babası da asker...
Abim de harp okulu öğrencisi. Evimizde geniş bir güvenlik çemberi var. Bizim evde siyaset konuşulmaz. Babam yorum yapar ama herkesin yaptığı gibi, yani bir vatandaş olarak. Bu kitap Lenin'le ilgili, sosyalist bir kitap. Türklerin sosyalizme nasıl baktığını biliyoruz. Babam asker, birçok insan bu kitabı çevirdiğim için yadırgadı, baban mı bastıracak diye de korkuları vardı. Babam da kimsenin karışamayacağını söyledi ve kitabı bastırdı.
Moldova'daki arkadaşlarınla hâlâ görüşüyor musunuz?
Ben dönerken arkamdan ağlayan arkadaşlarım olmuştu. Geçen yıl, üç yılın ardından tekrar gittim. Birçok değişim olmuş ama köyümüz aynıydı. Arkadaşlarımı gördüm, kocaman olmuşlar. Çok değişik bir duygu, beraber üçüncü, dördüncü sınıfı okuduğum arkadaşlarım şimdi lisede. Hepsi çok süslü. Çok güzel anlar yaşadık. Anna da İstanbul'a geldi bir kere. Sakarya'daki evimizde misafir ettik.
Okulda hayat nasıl geçiyor?
Çok yoğun. Gecenin genç saatlerine kadar ayaktayız. 200 kişiyiz. Aslında üstün zekâlı olmaya inanmıyorum. Belli bir IQ'nun üzerindeki insanlar buraya geliyor. Ama çalışkan olmazsa insan, ondan da ziyade çalışmayı sevmezse bu zekâ hiçbir işe yaramaz. Herkes üstün. Kime, neye göre? Aslında bu soruyu da sormak gerekiyor. Çalışmayı, okumayı seviyorum. Türkiye'de okuma oranı çok düşük! Okuyanlar gerçekten elit insanlar.
Ne olmak istiyorsun?
İnsanlar yetiştirmek için akademisyen olmak istiyorum. Babam doktor olmamı istiyor. Birkaç yıl içinde o alana yönelirsem, tıp alanında akademik çalışmalar yapmak isteyebilirim.

Hiç yorum yok: