6 Mayıs 2008 Salı

gazetem.net

Hayat ve tanrı

Tanrıyı hep kıskanmışımdır.

Sadece yedi renk ve iki çizgiyle koskoca bir evren yaratabilmesindeki muazzam hayal gücünü değil, balıkları insanlardan daha mükemmel yapmasındaki alaycılığını değil, yarattıkları üstündeki korkunç hâkimiyetini değil, kaderi belirlemekteki eşsiz kudretini değil, verdiği her zevki yasaklamasındaki zalimliğini değil, müellifi olduğu eserler yüzünden insanların birbirini yok edişi karşısındaki güvenli aldırmazlığını değil, bağışlamaktaki sınırsızlığını değil…

Ben onun “tesadüfü” yaratabilmesindeki muhteşem dehasını ve yarattığı hayatın inandırıcı olması için hiç çaba göstermek zorunda olmayan müthiş özgürlüğünü kıskanırım.

Hayatı, mizahı güçlü, melodrama yatkın bir yazarın yazdığı bir “roman” gibi görürüm.

Bütün yazarların yaratıcısı ve “kutsal” meslektaşı Rab’bın, her biri bir cümle olan “anları” yazarken “ama buna inanmazlar ki” diye bir endişe taşımadığını biliyorum.

Öyle bir hayat yazıyor, içine öyle olaylar koyuyor ki onlardan herhangi birini “ödünç” alıp bir romana yerleştirseniz, “böyle bir şey olamaz, hiç inandırıcı değil” itirazıyla karşılaşırsınız.

Hangi yazar, “beceriksiz” sıfatını alnına yazdırmayı göze almadan “tesadüfleri” romanının içine böyle aldırmazca yerleştirebilir ki?

Tanrının yazdığı “hayat” denilen bu romanının kurgusunu kavrayabilmek için “kahramanlarının” yaşamlarına baktığınızda, öylesine çok tesadüfle karılaşırsınız ki “hayatın” kurgusunun neredeyse tümüyle tesadüflere dayandığını sanırsınız.

“Eserinin” dayandığı temel mimariyi, tesadüflerin arkasına saklamayı kimse onun gibi beceremeyeceği için o böylesine eşsizdir.

Kurgusunun sırrını bir türlü çözemezsiniz.

Sizi inandırmak gibi bir çabası olmadığından her an beklenmedik bir olay yazabilir sayfalarına.

Şaşırırsınız.

Hikâyenin bittiğini sandığınız bir anda öylesine beklenmedik, öylesine umulmadık bir müdahalede bulunur ki her şey yeniden başlar.

Üstelik bütün bir yaşamı değiştirebilecek bu “dokunuş”, değiştirdiği yaşamın büyüklüğüne kıyasla öylesine küçüktür ki ondan başka kim yazsa inandırıcı olamaz.

Belki bir “yazar” olarak eleştirilebilecek tek yanı kahramanlarının yaşamlarını değiştirmek için yaptığı bu dokunuşların hep “tesadüflere” dayanmasıdır.

Bu eleştirilecek yanı, aynı zamanda en çok imrenilecek yanıdır.

Ve, “hep tesadüfleri kullanıyor” diye eleştirilebileceğini bildiği ve bütün yazarlar gibi eleştiriden nefret ettiği için bu “tesadüfleri” ancak onun hayal gücünün yaratabileceği bir çeşitlilikle sokar “hikayenin” içine.

“Okuyucuların” iki sevgilinin tam da ayrılacaklarını ve bambaşka yaşamlar kuracaklarını sandıkları sırada, hiç akla gelmedik bir yerde öylesine tahmin edilemeyecek bir müzik çaldırır ki hikâye bütün mecrasını yeniden değiştirir…

Ya da yan masada oturan ya da yoldan geçen bir yabancı öyle bir söz söyler ki tek bir cümleyle iki yaşamın bütün geleceği bambaşka bir yöne döner.

Ondan başka hangi yazar bu kadar “küçük” bir tesadüfle bu kadar büyük değişikler yazmaya cesaret edebilir?

Ondan başka hangi yazarın okuyucuları bu “tesadüflere” böyle hiç kuşku duymadan inanabilir?

Hikâyenin bütün kurgusu onun “tesadüfü” keşfedişindeki sonsuz yaratıcılığında gizlidir.

Hayatınızı düşünün…

Çıkartın hayatınızdan tesadüfleri…

Geriye ne kalıyor?

Başka bir hayat kalıyor, sizin bugünkü hayatınıza hiç benzemeyen bir hayat.

“Yazarınız” canı istedikçe sizin hayatınızı “tesadüfleri” kullanarak değiştirmiş, bir daha yazmış, düzeltmiş, sizi başka başka maceraların içine sokmuştur.

Bunların “inandırıcı” olup olmadığına hiç aldırmamıştır.

Bu yaratıcılığını ve serazatlığını hep kıskanmışımdır Tanrı’nın…

Hangi yazar kıskanmaz ki?

Hem “eserini” bir mantık üzerine kurup, hem de kendi kurduğu mantığı değiştirebilme kudretine nasıl imrenmez?

Çok da uzun olmayan bir zaman sonra bu büyük “müellifle” karşılaştığımda kendisine soracağım:

“Sen bu tesadüfü nasıl keşfettin?”

Cevap vereceğini sanmıyorum, alaycı bir şefkatle kafamı okşayacak herhalde.

O zaman onu biraz kızdırmayı göze alacağım.

“Eğer bir rakibin olsaydı, eserinde bu kadar çok tesadüf kullanabilir miydi?”

Biliyorum kızmayacak.

Kimse kendisine böylesine büyük bir hayranlık duyan sadık “okuyucusuna” kızmaz çünkü.

Taraf Gazetesi, 4 Mayıs 2008

5 Mayıs 2008, Pazartesi

Hiç yorum yok: