2 Mayıs 2008 Cuma

Referans - Yarının Habercisi | 1 Mayıs ya da hükümetin harakirisi

Referans - Yarının Habercisi | 1 Mayıs ya da hükümetin harakirisi
1 Mayıs ya da hükümetin harakirisi
02.05.2008 | Cengiz Çandar | Yorum





Başbakan Tayyip Erdoğan, iktidarının ilk döneminde sık sık "kazan-kazan" sözcüklerini, -özellikle dış politika atılımlarına ilişkin- kullanmaktan çok hoşlanırdı. Bu kavramı, uluslararası ilişkiler disiplini ve "oyun teorisi"nde geçen "Win-Win"in karşılığı olan "kazan-kazan"ı ona öğretenler, keşke "No-Win Situation" kavramını da öğretselerdi. İstanbul'daki 1 Mayıs'la simgelenen gelişmeler tam budur. Herkesle birlikte, hükümetin ve bizzat Tayyip Erdoğan'ın kaybettiği bir durum.
1 Mayıs'ların "Bahar Bayramı" olarak kutlandığı günleri hatırlatan nefis bir hava ama böyle bir havada "bahar sevinci"yle bağdaşmayacak adeta yaralı, yaralanmış bir şehirdi dün İstanbul.
Kentin bütün ana arterleri kesilmiş, kentin yüreğinde havayı biber gazının kokusu kaplamış, günün bilançosu 500'ün üzerinde kişi gözaltında, 38 yaralı. Ne o, 1 Mayıs'ta sendikaların Taksim'e yürüme ihtimali üzerine güvenlik güçleri "orantılı güç" kullanıyor!
Kimse ölmediği için 1 Mayıs "olaysız geçti" diye sevinecek miyiz?
"Marjinal gruplar"ın Taksim'e sızmasından korkarak meydanı kapatan İstanbul Valiliği, bu davranışıyla onlara davetiye çıkardı ve dün gün boyu Taksim'e çıkan tüm yollarda o gruplar ile biber gazı, yüksek basınçlı su kullanan güvenlik güçleri çarpıştılar.
Taksim'de bir şey olmadı ama Taksim'e çıkan her yolun yer aldığı çok geniş bir alan saatler boyu bir çatışma siperleri haline dönüştü.
Sonuçta, günlerdir yüksek perdeden atıp tutan -başta DİSK Genel Başkanı- sendika liderleri, 100-150 kişiyle çelenk bırakmak için bile Taksim'e yürüyecek gücü kendinde bulamadılar, ülkenin her yanından İstanbul'a çağırdıkları binlerce insana liderlik yapamadılar.
Onların "telef olmasını önlemek" ve "ülkeyi büyük bir badirenin eşiğinden kurtarmak için büyük sorumluluk gösterdiklerini" söylemeleri, aslında bir büyük "başarısızlık itirafı"ndan başka bir şey değildir.
Ancak, bu hazin tabloda "aslan payı", işleri bu noktaya sürükleme basiretsizliği gösteren ve bildiğimiz, çoktandır alıştığımız bir "devlet yasakçılığı"nı ortaya koyan hükümete ve Başbakan'a aittir.

***
Kendisi "yasakçı" zihniyetin taarruzuyla "siyasi yasak" tehdidi altında bulunan, partisi hakkında kapatma davası açılmış bir Başbakan'ın, eşzamanlama ile "yasakçılığın", "kanun hâkimiyeti"nin sözcülüğünü yapması anlaşılır bir şey değildir.
Nitekim, "kanunlara sığınan" bu tavrının, Yargıtay Başsavcısı'nın kendisini "siyasetten yasaklamak" ve partisini kapatmak için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş olmasından hiçbir farkı yoktur. Yargıtay Başsavcısı da "kanun"dan hareket ediyor.
Atılan adımın, Avrupa Birliği ve dolayısıyla "demokrasi normları"na uygun düşmediğine işaret ederek karşı çıktığımız vakit, bunun "hukuk devleti" ilkelerine uymadığını anlatmak istiyorduk. "Hukuki" olan ile "kanuni" olanın eşanlam taşımadığını vurguluyorduk.
AKP'ye ve Başbakan'a yönelik süreç, "kanuni"dir.
1 Mayıs'ta kimseyi Taksim Meydanı'na sokmamak için başvurulan tüm önlemler de "kanuni"dir. Zaten, "yasaklar" kaynağını "kanunlar"da bulurlar.
Ama bu tavır, "yasakçılığa karşı" ve "özgürlükçü" bir tavır değildir. 22 Temmuz sonrası, yeni sivil-demokratik anayasa vaadi ile ortaya çıkan ve "özgürlükçü" ve "demokratik" bir Türkiye umutlarını yeşerten Başbakan'ın bundan birkaç ay önceki tavrı ile uyumlu bir tavır değildir.
Siyaseten de yanlıştır. AK Parti ve hükümeti; iç ve dış ittifaklarını genişletmeye en fazla ihtiyaç duyması gereken bir dönemde, her kurumla, kuruluşla, kamu vicdanı ile arasındaki köprüleri atmaya yönelen, "içe kapanık", yasakçı, "hayırcı", hoyrat bir tutum sergiliyor.
Başbakan, kendisini çoğaltacak yerde yalnızlaştırmak için sanki, elinden ne geliyorsa onu yapıyor.
Partisinin kapatılması davasına ilişkin "savunma"da bile, bu tavrının serpintilerini görmek mümkün. Parti kapatmayı zorlaştıracak ve Türkiye'ye demokratikleşme yönünde yol aldırabilecek "anayasa değişiklikleri"nin rafa kaldırılmakta olduğu anlaşılıyor.
Başbakan ve parti, kendileri hakkında zaten verilmiş bulunduğu spekülasyonlarına konu olan "kapatma kararı"na giden yolda kurbanlık koyun gibi boynunu uzatıyor görüntüsünde.

***
AK Parti'ye yakınlığı bilinen bir meslektaşımız dün Başbakan'a ilişkin şu notu düşürmüştü yazısına:
"İşçi sendikalarıyla kavga etmek, ‘ayaklar-başlar' gibi sözler etmek, 1 Mayıs'la sembolik kavgaya girişmek, DTP liderinin elini sıkmamak, Diyarbakır Baro Başkanı'na ‘PKK yandaşı gibi konuşuyor' demek, sıradan sözler ve girişimler gibi görünebilir. Ancak kriz dönemlerinde bu küçük sanılan şeyler dev semboller üretir ve siyaseti bu semboller yapar."
İstanbul'da dünkü 1 Mayıs'tan üreyen "dev semboller", kim bilir, belki de Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı ve AKP iktidarının sonuna doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini sembolize ediyor.
İstanbul'da dünkü 1 Mayıs gibi bir 1 Mayıs yaşanması için, 22 Temmuz öncesi beklentilerin üzerinde odaklandığı bir AKP iktidarı gerekmiyordu. Bir "özgürlükçü proje"ye sahip bulunmayan, klasik türden herhangi bir "yasakçı" iktidar altında 1 Mayıs'ı dünkü gibi yaşayabilirdi Türkiye.
Hal bu ise AKP iktidarına Türkiye'nin niçin ihtiyacı olsun?

Hiç yorum yok: